Kırşehir’de yıllarım geçti, yıllarca Kırşehir için, sorunlarının çözümü için bu ili yöneten valilere, milletvekillerine, belediye başkanlarına, sivil toplum kuruluşlarının başkan ve yöneticilerine yazılar ve haberler kaleme alarak, Kırşehir’in bir adım daha ileri gitmesi için üzerime düşeni yapmaya çalıştım.
Ben, ağabeyim Şevket Güner ve gazetemiz “Kırşehir Çiğdem” bunları yaparken, dostlarımızdan, arkadaşlarımızdan bazen eleştiri de almadık değil.
Dostlarımız ve arkadaşlarımız, hatta bu ili yönetenlerden bazıları, “Siz de gelene ağam, gidene paşam deyin, köşe dönün. Kimseye hatalarını, yanlışlarını söylemeyin. Tam tersine herkese iyisiniz, çalışıyorsunuz diyerek yağ çekip pof poflayın, ihale alın zengin olun!” diye telkinlerde bile bulundular.
Ama ne ben, ne ağabeyim; babamızdan, anamızdan, atamızdan böyle şeyler görmediğimiz için sadece helal kazanarak, doğruları söyleyerek bugünlere geldik.
Çok şükür haram kazanarak bugün zengin olmadıysak da Kırşehir için, ülkemiz ve milletimiz için kafa yorup, doğruları, ama sadece doğruları yazıp görevimizi ifa edip, Kırşehir’de saygın ve onurlu bir yerimiz varsa, bu bizim için yeter de artar bile…
Geçtiğimiz günlerde Kırşehirimizin saygın, dürüst ve çalışkan esnafı, değerli büyüğümüz, Allah uzun ömürler versin yaşı 80’leri geçen Alaattin Karabulut ağabeyimizle sohbet ediyoruz. Söz dönüp dolaşıyor, insanların bozulmasına, ticaret hayatının berbatlığına, esnaflığın can çekiştirdiğine geliyor…
Alaattin Ağabey, bu konuda üzüntülerini beyan ederken, şunları söylüyor:
“Hey gidi eski günler hey! Ben Kırşehir’de 50 yıldan fazla esnaflık yaptım. Eski esnaflar nerede, şimdiki esnaf nerede? Eskiden çarşıda bir esnaf yemek yapar, tüm esnaflar birlikte oturur yer, içerdik. Birinin sıkıntısı oldu mu hepimiz koşardık. Maddiyat gözetmezdik. Çekini, senedini ödeyemeyen olursa hemen destek olurduk. İstanbul’da Kırşehir esnafına peşin parayla bile mal vermek istemediler mi, biz kefil olurduk. Sevgi, saygı, hoşgörü vardı. Şimdi bütün bunlar bitti! Komşu komşuya selâm vermiyor. Zengin olan, eli kirlenen insanlar, çevresindekilere tepeden bakmaya, insanları hor görmeye başladı. Hatta komşusunun müşterisini nasıl yanına çeker onun hesabını yapmaya başladı. Bugün ne yazık ki her şey de bozuldu. Arkadaşlıklar, dostluklar, akrabalıklar menfaate dayandı. Çünkü ne kadar paran varsa o kadar adamsın. Oysa böyle bir şey yok. Günümüzde ne kadar itsin, o kadar iyisin mantığı öne çıktı. Allah geleceğimizin çocuklarına yardımcı olsun…”
Evet, Alaattin Ağabeyim ne kadar doğru söylüyor değil mi?
Artık günümüz maalesef para devri olmuş durumda. Parası olan yaşar, parası olmayan şaşar.
Hiç kimse dün açlıktan nefesi kokanlara, “ya bu parayı nasıl, nerden kazandınız?” diye sormaz, ya da soramaz.
Oysa sorsa haramdan kazandığını değil, çok çalıştığından bahseder! Hatta karşısındakine haram para kazanmanın yollarını anlatır! Yapamıyorsa aptal olduğunu açıkça yüzüne vurmaktan da geri durmaz!
Maalesef insanlarımız bozuldu, ne kadar paran varsa o kadar adam muamelesi yapılmaya başlandı.
Para kazanıp, köşe dönmek için her yolu mubah görenler, karşısındakileri kötüleyenler, karalayanlar, nifak sokanlar!
Ben bugünleri Kırşehir’de eskiden de görüyordum ama artık alenen yaşıyor ve görüyorum. Kimin dost, kimin düşman, kimin arkadaş, kimin akraba olduğunu anlamakta güçlük çekiyorum.
Hele benim mesleğimi yaptığını zanneden, kim güçlüyse direksiyonu o yöne kıran, hangi iktidar işbaşında ise o limanda gözüken, kılıktan kılığa bürünen bazı zavallıların yaptıklarına baktıkça inanın iğreniyorum, midem bulanıyor, böyle insanlarla aynı ortamda bulunmayı bile kaldıramıyorum.
Bu fırıldaklar, her devrin yamyamları, kişiliksizler bu memlekette hala adam yerine konuyor ve değer veriliyorsa, tuzun koktuğu yer de değil miyiz?
Böylelerini bu ili yöneten herkes tanıyor ve biliyor. Çarşıda, pazarda, sokakta kısaca her yerde hiçbir saygınlığı olmayanlara kim dur der ki!
Oysa bir söz vardır, “layık olmayana iltifat, layık olana hakaret” diye…
Ama maalesef “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” deniyor ve bu tiplerin yüzüne bakılıyor, sonra arkasından atılıyorsa bu yozlaşma devam edip, gidecektir.
Evet, bir toplumda bir insana eğer parası kadar değer veriliyorsa, vay halimize vay!
Bugün herhangi bir bankaya git. Eğer bu bankada paran varsa, öncelik senin, gerisi mi beklesin sırasını!
Banka kartını takıyorsun, banka seni diğer müşterilerinin önünde sıra veriyor!
Sen cıbırsan, bankayla çalışmıyorsan, bekle ki sıra gelsin!
Senden sonra gelen ve şıp diye önüne geçen zengin müşteri işini bir dakikada halleder, sen de bekle ki sıra sana gelsin!
İşte bankaların yaptığını toplum olarak hangimiz hangimize yapmıyoruz ki!
Eğer bir zengin ölmüşse, bütün camilerde salalar okunur, çelenkler, çiçekler gönderilir, namazına insanlar akın eder.
Ya garibansa, fakirse, hak getire. Bul ki cemaat namazını kılsın, bul ki bir hoca sala versin!
Dedim ya ne kadar paran varsa sen o kadar adamsın!
Günümüzde her işte böyle ne yazık ki!
Bir genç okur, yazar, üniversiteyi bitirir. İşi olmayınca evlenip yuva kuramaz.
Neden? İşi yok, parası yok!
Parası olmaya kız bile vermiyorlar! Zaten kızlar da böyleleriyle evlenip, yuva kurmayı istemiyor!
Maalesef para her kapıyı, her gönülleri açıyor!
Neden böyle olduk?
Birileri acaba bizim genetiğimizle mi oynadı?
Biz nasıl olduk, bu kadar kısa bir sürede bozulduk, bencilleştik?
Kırşehir’in rahmetli Çete Mehmet’inin dediği gibi, “Vay kader vay!”

***

ANLAYANA…

Bir horoz varmış,
Her sabah ezan okuyormuş, sahibi, "Tekrar tekrar ezan okuma yoksa tüylerini yollarım" demiş.
Bu tehdit karşısında horoz korkmuş ve kendi kendisine demiş ki:
"Zaruretler haramı helal kılar. Canımı kurtarmak için ezan okumaktan vazgeçmeliyim, nasıl olsa benden başka horozlar var her halükarda onlar ezan okur."
Horoz ezan okumayı bırakmıştır artık.
Bir hafta sonra sahibi tekrar gelir ve der ki:
“Eğer tavuklar gibi gıdaklamazsan senin tüylerini yollarım!...”
Horoz bu tehdit üzerine horozluktan da vazgeçer ve tavuklar gibi gıdaklamaya başlar...
Horoz tam bir ay gıdaklamaya başladıktan sonra sahibi tekrar gelir ve bu kez şöyle der:
"Şimdi de tavuklar gibi yumurtlamazsan eğer, yarın seni keserim!”
Bunun üzerine horoz ağlamaya başlar ve “Keşke ezan okurken ölseydim!..”
Kıssadan hisse…
Kim ne anlar, kim nasıl yorumlar bilmem. Ama doğru tektir. Doğrular söyleyip, yanlışlar karşısında olmak, hataları söylemek, dik durmak ta bir erdemliliktir diye düşünüyorum.
***

Sevdiğim bir söz

İnsan kaybederse; çok değer vermekten, kızamamaktan, kıyamamaktan, üzememekten ve her şeyi alttan almaktan kaybeder.