Müflis tüccar eski defterleri karıştırır derler, bende eski defterleri karıştırırken ortaokul çağlarında Adana’da yerel bir gazeteye yazdığım yazıya rastladım. Şuan da bu yazıdan bahsetmeyeceğim, çünkü zaman ve ortam müsait değil.

Müflis tüccar eski defterleri karıştırır derler, bende eski defterleri karıştırırken ortaokul çağlarında Adana’da yerel bir gazeteye yazdığım yazıya rastladım. Şuan da bu yazıdan bahsetmeyeceğim, çünkü zaman ve ortam müsait değil.
Bu güne kadar 802 tane köşe ve eleştiri gibi değişik yazılar yazmışım. Bir kısmını heyecanla tekrar okudum, hem eski günlerimi yâd etmiş oldum hem de bu güne kadar neler değişmiş acaba diye bir değerlendirme yaptım. Eskiden sömestr tatili olurdu, şimdi olup olmadığını bilmiyorum.
Menderes’in Kırşehir’i ziyaret ettiği tarihti. Şubat ayı içerisindeydi. 1960, Karasabanla çiftçilik yapıldığı ve soğuk kuyu lastiklerinin ayakkabı olarak kullanıldığı yıllar. Cizlavit ayakkabılar lüks sayılır, pek çok köylü kendi çarığını kendisi yapardı. Köylerde at arabaları ve kağnılarla şehre halk sevk edilmişti.
O yıllarda traktör herkesin sahip olacağı bir tarım aracı değildi, bizim vardı ve vagonlara binen köylüler şehre getirildi. DP´nin kolluk kuvveti olarak görev yapan vatan cephesi üyeleri canla başla çalışıyorlar ve sanki büyük bir savaş oluyor veya olmuş bunun kahramanı da Menderesmiş gibi bir hava yaratılıyordu.
Menderes’in halka hitap ettiği yer, şimdiki Mermerler Kız Lisesi olan yerde eski hükümet binası ve adliye olarak da kullanılan eski tarihi bir binanın küçük bir balkonuydu. Bu balkonun altında çok güzel iki tane sütun üzerine oturtulmuştu, zannedersem bu sütunlar mermerdi, onlar ne oldu nereye gitti bilmiyorum.
O tarihte bugünkü Ahi Stadyumu yoktu bataklık bir yerdi ve ortasında futbol topu oynayacak kadar bir saha vardı ve Kılıçözü Çayı yürüyerek geçilirdi.
Hiç hayalimde çıkmaz, iki merkeple orada geçen bir köylünün polisler tarafından başka yere yönlendirildiğini ve köylünün polise nasıl yalvardığını hiç unutamam. Zannedersem o zamanlar Ahi Evran değirmenimi vardı veya bahçeleri sulamak için bir kanal mı vardı iyi hatırlamıyorum, ama oralarda suyla çalışan bir değirmen vardı ve iki merkebiyle o köylü un öğütmek için oraya gitmek istiyordu.
Benim şimdiki tahminim çünkü hayvanlarda buğday çuvalı vardı. Köylünün polislere nasıl yalvardığını ve ısrar ettiğini fakat iki hayvanıyla geri döndürüldüğünü hiç unutamam. Halkın arasına sivil olarak dağılan çok sayıda koruma polisi vardı.
Polislerin giyimleri dikkat çekici kıyafetlerdi. Deri ve yakası kürklü montlarla halk arasında dikkat çeken ve rahatlıkla tanınan kimselerdi. O zamanlar halk yoksul ve giyimler klasik hep bir birine benzediği için yabancı hemen fark ediliyordu.
Okula döndüğümde, bir edebiyat hocamız vardı Lütfü Yeprem, Allah rahmet etsin bize sevgiyi saygıyı ve etrafımızda olanları çok dikkatli izlememiz gerektiğini, zamanla gördükleriniz ileriki yıllarda size lazım olabilir öğretisini aşılamıştı.
Şu kelimeyi bir kaç sefer kendisinden duydum. “Türkiye büyük bir tiyatro okulu, bu okulda her zaman roman, tiyatro ve hikâye kahramanı çıkaracak bir yer. Türkiye’de, dünya çapında yazar kolaylıkla her zaman çıkar çünkü malzeme çok” demişti.
O zamanlar yıllar sonra kendisinde övgüyle bahsedilen ve gurur duyduğumuz Nazım Hikmet ve Aziz Nesin gibi yazarlar bir öcü olarak gösterilir, arkalarında nerdeyse bir manga polis ve jandarma dolaşırdı, hatta Aziz Nesin’in tuvalete gittiğini ve kaç dakikada çıktığını filan rapor etmişler. Tabi en sonunda Sivas da onu yakarak kendisinde kurtulmuş olduk (Ne kadar acı ve ayıp)Bu iki yazar ve şairlerimizin eserlerini gizli, saklı okur ve kitapları okul dışına saklardık.
Pek çok yazarın eserlerini okumak yasaktı ve bu hususta çok arkadaşımız disiplin cezası aldı ve pek çoğunun da hayatı değişti, tahsilini tamamlamadan ayrılanlar oldu. Bunlardan bir kaç tanesi hayatta ve irtibatım var, zaman zaman buluşamasak da telefonla görüşüyoruz.
Yıl 1962 27 Mayıs ihtilali olalı bir seneyi geçmiş, Adana ve İstanbul gibi büyük şehirler hariç 6 veya 8 silindirli lüks araca rastlamak pek mümkün değil. Adana’dan Kırşehir’e gelmek için, Ankara üzeri 12 veya 13 saatte yolculuk yapardık.
Kamyondan bozma otobüslerin bir kısmının oturakları tahtadan, koltuk falan değil tahta oturaklardı. Kırşehir o zamanlar Amerikan kovboy filmlerinin çekildiği kasaba görüntüsündeydi. Kale Ortaokulu’ndan başka üç katlı bir bina yoktu galiba. On iki yaşımdan beri yolculuklara alıştığım için bazı zamanlar gecenin geç saatlerinde otobüsler garlara girerdi ve kahverengi elbiseleriyle gece bekçileri dikkatle gelenleri ve gidenleri izler ve her zaman yardıma hazır olduklarını yansıtır, daralana sanki sığınacak liman görüntüsü verirdi.
Gece bekçileri uygulaması kalktıktan sonra, yanlışlığını belki beş veya altı defa yazılarımda vurguladım. Gençlik yıllarımda güven veren bekçi düdüklerinin gizemli sesini benim yaşımdaki pek çok kişi duymak ister. Son zamanlarda gece bekçiliği uygulamasının çok isabetli ve yerinde olacağını duyuyor ve geç kalınmışlığını söyleyebilirim. Ama bu mekanizmanın tekrar nasıl kurulacağı ve o eski sokak disiplininin nasıl sağlanacağı merak konusu, tabi o günleri bilenler için.
Tarafsız bir sistemin kurulacağından endişelerim var, inşallah iyi olur.