Bu yazım için ilk satırları yazmaya başladığımda İstanbul İstiklal Caddesi’nde tüm milletimizi derinden yaralayan hain ve menfur terör saldırısı meydana gelmiştir. Burada ilk önce hain saldırıda şehit olanlara Allah’tan rahmet, yaralılara da acil şifa diliyorum. Menfur terör eyleminin faillerini çok kısa sürede ortaya çıkaran tüm güvenlik görevlisi ve her kademedeki devlet görevlilerini canı gönülden tebrik ediyorum. Terör eyleminin bir PKK saldırısı olduğu anlaşılmakla bir kez daha bu terör örgütünü ve örgütün her türlü uzantılarıyla iş tutan herkesi lanetliyorum. Türkiye güçlüdür, teröre asla yenilmeyecektir. Devletimizin teröre ve iş birlikçilerine en sert karşılığı vermesini bekliyor, askerimize ve polisimize Allah’tan güç ve zafer diliyorum. Bu sözlerimi ve temennilerimi yüreğimin en derin duyguları ile ifade ettikten sonra bu haftaki siyasi analiz ve değerlendirmelerime geçiyorum.

Gelecek nesiller bugünler hakkında kitaplar okurken, ya da siyasi tarihimize ilişkin araştırmalar yaparken eminim bu dönemin hem siyasilerini hem de biz seçmenlerini eleştirecekler, demokrasiden nasıl bu kadar uzaklaşabildiğimizi, ittifaklar sistemi ile de toplumun nasıl bu kadar iki keskin kampa ayrışabildiğini merak edeceklerdir. En önemlisi ise Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi gibi gayri demokratik bir sistemle ülkenin idaresini nasıl tek bir kişinin iradesine bırakabildiğimizi ise anlamakta zorlanacaklardır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçmekle Meclisimizin zayıfladığı güç, otorite ve etkinliğini kaybettiği artık herkesçe malumdur. Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile yönetilmemiz nedeniyle işlevsiz ve anlamsız hale gelen milletvekilleri nedeniyle de artık seçimlerde hangi milletvekilini seçmemiz gerektiği dahi manasızlaşmış, milletvekilinin değil sadece kimin Cumhurbaşkanı olacağı önem arz etmiştir. Bir partinin genel başkanının aynı zamanda cumhurbaşkanı da olabildiği hâlihazırdaki yönetim şeklimiz, seçilmiş cumhurbaşkanını sıkça kendi partisinin toplantılarında izlememize, kendi partisinin kongrelerinde diğer partileri alabildiğine eleştirip kimi zaman yerin dibine dahi geçirebilmesine izin verebilmektedir. Elbette bunun neticesinde de diğer partililer de mevcut cumhurbaşkanını kabul edemiyor, “benim partime bu kadar eleştiri yönelten şahıs benim ve ülkemin başkanı olamaz” diyor, en nihayetinde de bu eleştiriler mevcut cumhurbaşkanının ülkenin yarıdan fazlasının cumhurbaşkanı olamaması ile sonuçlanıyor. Bu sistem bir partinin çoğunluğu elde etmesini imkânsız kıldığı zamanla netleşince malum olunduğu üzere ülke siyasi yapımıza ittifaklar sistemi denilen bir icadı da dâhil etmek durumunda kaldık.

Mevcut sistem cumhurbaşkanı seçilebilmek için yüzde 50+1 oy gerektirdiğinden zamanla bu desteği kaybeden mevcut cumhurbaşkanı ve partisi doğal olarak ittifak arayışına girmek mecburiyetinde kalmışlardır. Bir tarafta Cumhur İttifakı, diğer tarafta da Millet İttifakı şeklinde oluşan kamplaşma ile Amerikan seçimlerinde aşina olduğumuz hani o Cumhuriyetçiler ve Demokratlar mücadelesi gibi bizler de Türkiye’de bir siyasi kamplaşma mücadelesi izler olduk. Yeni geçilen bu sistemin eski parlamenter sistemden çok daha iyi olmadığının anlaşılması ile muhalefetin eski sisteme ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’ şeklinde dönmek isteğini ilan etmesine neden olmuştur. AKP genel başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın ise yüzde 50’yi geçmenin imkânsız olduğunu görmesi ile bazı konuşmalarında bu sistemde eksiklerin olduğunu, daha iyisinin bulunabileceğini belirtmesi ile yönetimsel ve sistemsel tartışmalar geçen yıllarda hatırlarsanız bir ara tartışılmaya da açılmıştı. Bu sistemsel arızalar hakkında detaylı bir inceleme yapılması gerektiğini muhakkak olmakla birlikte bu başlığı ileri bir tarihe atarak bu yazımda MHP tabanından yükselen başka ciddi bir muahezeyi (eleştiriyi) kaleme aldım; MHP’nin katı bir muhalefete muhalefet misyonlu bir muhalefet partisine dönüşmesi!

Hâlihazırdaki en güçlü iki ittifak olan Cumhur ile Millet ittifakını oluşturan partilerin her birinin içerisinde yer aldıkları ittifak çıkarları doğrultusunda siyasi mücadele vermeleri elbette doğal ve haktır. Ancak Cumhur ittifakının üyesi olan AKP’nin iktidar partisi olması, AKP’nin ittifak ortağı MHP’nin durumunu daha da özel ve kırılgan kılmakta, bu da MHP tabanında bazı rahatsızlıklara neden olmaktadır. Zira mevcut ittifak durumu, iktidar partisi olan AKP’nin ortağı konumundaki MHP kendisinin de muhalefet partisi olmasına rağmen diğer muhalefet partileri ile sürekli karşı karşıya gelmek zorunda bırakmaktadır. Bu da neticede, demokrasilerin en önemli kriterlerinden olan iktidar partisini eleştirebilme, muhalif misyon fonksiyonunu MHP aracılığı ile işlevsizleştirilmesine, MHP’nin anti demokratik bir görünümde olmasına neden olmaktadır. İşte bu minvalde MHP’nin AKP uğruna, iktidarın onca hata ve hukuksuzluklarına rağmen muhalefete karşı bu kadar katı ve istisnasız muhalif olması hakkında bir muaheze (eleştiri) yazısı yazmak elzem olmuştur.

MHP’nin ‘beka’ gerekçesi ile Cumhur İttifakını ve pek tabi olarak neticede AKP’nin her türlü eylem ve söylemlerini savunmak zorunda hissetmesi, AKP’ye gelen her türlü eleştirileri göğüsleme, savuşturma ve AKP’yi eleştirenlere de AKP’lilerden önce karşı taarruzda bulunma gibi misyonları üstlenmesi esasından MHP’ye uzun vadede ortaya çıkması kuvvetle muhtemel çok büyük zararlar verebilecektir. Zira AKP neticede bir iktidar partisidir ve 20 yılı aşkın süredir tek başına ülkeyi yönetmektedir, dolayısıyla da siyasetin doğası gereği bundan nemalanmalar da, hukuksuzluklar da yolsuzluklar da olabilmektedir.

AKP’nin kimi yöneticilerinin ve bu kişilerin iş birlikçi kimi müteahhitlerinin rant, yolsuzluk, hırsızlık gibi nice hukuksuzlukları geçmişte de günümüzde de kimi zaman gündeme gelmektedir. AKP’nin yasaya, hukuka aykırı nice eylemleri ve işlemleri kimi zaman tartışılmıştır. 17-25 Aralık olayları temelde bir hain FETÖ kumpası olsa da o dönem takip ettiğimiz kadarıyla kimi bakanların şeytana uydukları da kuvvetle muhtemeldir. Milyon dolarlık saat takan bakanlar ve sülalesiyle devleti soyduğu iddia edilen kimi bakanlar apar topar görevlerinden alındığında hırsızlık iddiaları hususunda toplumda derin şüpheler oluşmuştu. Sayın Devlet Bahçeli de o dönem ağır eleştiriler yapmış, 17-25’i gösteren bir saati de hep yanında bulundurarak beyanlar vermişti. Bunlar ileride detayları ile kaleme alınabilinecek uzun ve derin konular. Elbette hırsızlık şaibeli kimi o dönem bakanların sonradan kollanması, onca eleştirilerin AKP tarafından hiç dikkate alınmayarak mesela Bakara suresi ile “her Cuma bir bakara makara sallıyorum” diye dalga geçenlerin kollandığını, başka görevlere atanarak toplumun eleştiri ve tepkisine rağmen adeta ödüllendirildiklerine de hayretle şahit olduk.  Eski yolsuzluk ve hırsızlık şüphelisi ve şaibelisi bakanlardan Egemen Bağış’ın Prag’a Büyükelçi olarak atanmasını bu minvalde hiçbir zaman içime sindiremedim ve anlayamadım. AKP bu şâhısa neden bu kadar gebe olduğunun nedeni elbet ileride bir gün bugün gizli tutulan, üzeri örtülen daha pek çok konu gibi ortaya çıkacaktır.

( Devam Edecek )