Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları 7 Ekim 2023’te "Filistinlilere ve başta Mescid-i Aksa olmak üzere kutsal değerlere yönelik sürekli ihlallere karşılık verme" gerekçesiyle İsrail'e, bilhassa ve maalesef sivillere yönelik kapsamlı saldırı düzenlemesi sonrasında İsrail Başbakanı Netanyahu İsrail’in bir savaş hali içerisinde olduğunu açıklamıştı.  Netanyahu başkanlığında İsrail'in savaş ilan etmesi sonrası Filistinlilere yönelik kanlı katliamları yaklaşık 8 aydır sürüyor. Son olarak Gazze Şeridi'nin Refah kentindeki kamp da İsrail füze saldırılarının hedefi oldu, çadır kent adeta cehenneme döndü. Ekranlardan elimiz kolumuz bağlı izlemekle kaldığımız çoluk, çocuk, yaşlı ve kadınların, yani alabildiğine masum sivillerin acımasızca katledilmelerine, yakılmalarına, parçalanmalarına karşı ancak sosyal medya hesaplarından öfkemizi kusmaktan başka bir şey yapamadığımız çok acı bir savaşa şahit olmaktayız.

Artık anladık ki, sadece Filistin bayrakları ile yürümek, yollara İsrail ürünlerini dökmek veya bu ürünleri boykot etmek İsrail’i dize getiremeyecek (!) İnsanlar bilhassa Müslüman Devletler tarafından daha somut eylemsel çabalar görmek istemekteler. Geçtiğimiz haftalarda İran tarafından İsrail’e yüzlerce füze fırlatılması İslam Dünyası’nda büyük heyecan yaratmış, ancak füzelerin tamamının imha edilip İsrail saflarında bir kişinin bile burnunun kanamaması şaşkınlık yarattığı gibi bu saldırının tiyatro olduğu tartışmalarını da başlatmıştı. İşte bu noktada dikkatimi İslam Devletlerinin genel olarak İsrail ile olan ilişki ağları üzerine eğilmeye, araştırma yapmaya, bu araştırmada ulaştığım bilgileri de köşe yazılarıma taşımaya karar verdim.

İsrail’in Gazze’de yaşayan sivil halka yönelik asimetrik saldırıları ve soykırıma varan adeta Müslüman halkı imha stratejisi tüm dünyada sokaklarda ve üniversite kampüslerinde yoğun ve kararlı protesto gösterilerine ve boykot hareketlerine yol açmasına rağmen ABD, İngiltere ve Almanya gibi önde gelen Batılı ülkeler, İsrail’in kendini savunma hakkına işaret ederek Netanyahu yönetimine arka çıktılar. Ancak İsrail’in dünya halklarının gözleri önündeki bu vahşi katliamları artık bazı batı devletlerinin dahi açıkça İsrail’e karşı seslerini yükseltmelerine sebep olmaya başladı. Başta İspanya ve İsveç olmak üzere Batıda Filistin Devletinin tanınacağı yönünde umut verici kararlı sesler yükselmeye başladı.

Elbette her İsrail-Filistin çatışmasında olduğu gibi Gazze’de yaşanan bunca kanlı insani trajediler üzerine hepimizin gözleri İslam Dünyası’na çevrildi. İslam İşbirliği Teşkilatı’nı (İİT) ve Arap Birliği’ni oluşturan 57 ülke liderinin Gazze’de yaşanan katliamı görüşmek üzere düzenlediği Arap-İslam Ortak Olağanüstü Zirvesi düşünün ki güya acil (!) çağrısıyla bile savaşın ancak 36. gününde Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da toplanabildi. Toplantının amacı, Filistin’de süregiden savaşa karşı ortak bir tutum geliştirmek olarak açıklanırken İslam dünyasının ortak davası olarak addedilen Filistin davası ve Kudüs-ü Şerif etrafında yaşanan tehlikeli gelişmelere yönelik tedbirler tartışıldı. Toplantının en önemli hedefleri uluslararası kamuoyunu İsrail saldırganlığına karşı harekete geçirmek ve ortak akıl çerçevesinde alınacak kararlarla İsrail’i durdurmak olarak belirtilmiş ve bildiri yayınlanmıştı.

Üye 57 İslam ülkesi liderinin imza attıkları bildiriyle Filistin halkının ulusal toprakları üzerinde bağımsız ve egemen bir devlet kurma hakkını elinden alacak bütün yasa dışı faaliyetleri engellemek için çalışacaklarını ilan edilmiş, zirveye katılan devletler, Filistin halkının İsrail tarafından işgal edilen topraklarını kurtarması, kendi kaderini tayin hakkını kullanması ve 1967 sınırları içinde başkenti Doğu Kudüs olan bir devlet kurması için verdiği meşru mücadelenin başarıya ulaşması için çaba sarf edeceklerini beyan etmişlerdi. Arap-İslam Ortak Olağanüstü Zirvesi’nin ardından yayımlanan ve 31 maddeden oluşan sonuç bildirgesinde İslam ülkeleri tarafından uzun süredir dile getirilen birtakım hususlara değinildi: İsrail’in BM Güvenlik Konseyi ve BM Genel Kurulu kararlarına uyması, uluslararası hukukun uygulanması konusunda İsrail’e tanınan imtiyaza son verilmesi, İsrail işgalini derinleştiren yerleşimlerin durdurulması, Filistinlilere yönelik yerinden etme politikasına son verilmesi, Gazze’ye yönelik ablukanın kaldırılması ve İsrail’in Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs dâhil olmak üzere işgal altındaki Batı Şeria’da yaşayan Filistin halkına karşı işlenen savaş suçlarının ve vahşi katliamların kınanması vesaire...

Sonuç olarak, uluslararası arenada halen etkin bir varlık gösteremeyen İslam Dünyasının Filistin meselesini bir çözüme ulaştırması hâlihazırda mümkün görünmemektedir. İslam ülkelerinin Batı ve İsrail’le kurduğu asimetrik siyasi ve ekonomik ilişkiler ağı yapısal bir bağımlılık üretmekte, bu ülkelerin kendi ulusal çıkarlarını öncelemelerine neden olarak Filistin meselesinde net bir tutum takınmalarının önüne geçmektedir. İsrail’in katliamlarına karşı konjonktürel birtakım tepkiler verilse dahi bu tutum İsrail’i adil bir barışa zorlayacak düzeyde somutluk kazanmamaktadır. Bu acı hakikatlerle yüzleşmeden Filistin meselesi hamasi söylemlerin malzemesi ve İslam Devletlerindeki ülkelerin iktidarlarının hükümetlerinin iç politikada tüketilen bir gündem maddesi olmaya devam edecektir. İslam Dünyası’nın Gazze katliamları karşısında savaşı durduracak veya İsrail karşısında halen nesnel bir varlık gösterebilecek etkin bir güç bölgesi olamamasının derinliklerini ve de İsrail ile olan parasal ve siyasal ilişkiler ağını haftaya incelemeye devam edeceğiz.

Av. Bülent Demirbaş

Siyaset Bilimi Uzmanı