Türkiye ileri ki on yıl içerisinde et temini konusunda yaşayacağı sıkıntıların sinyallerini vermeye başladı. Bu sıkıntıları kat be kat artarak devam etmesi kaçınılmaz bir gelişme olacaktır.

Türkiye ileri ki on yıl içerisinde et temini konusunda yaşayacağı sıkıntıların sinyallerini vermeye başladı. Bu sıkıntıları kat be kat artarak devam etmesi kaçınılmaz bir gelişme olacaktır. İç Anadolu’da Konya’dan sonra, küçükbaş hayvan yetiştiriciliğinde ikinci sırayı alan Kırşehir, son yıllarda kendi ihtiyacını karşılayamaz duruma gelmiş.
Yanlış hayvan desteği politikası ve eğitimde yine yanlış uygulama üretimi kısıtlamıştır. Köylere götürülemeyen hizmet, köylünün ve haliyle üreticinin kentlere akın etmesi, tarımla beraber hayvancılığı da, saman ithaliyle yaşadığımız zamana kadar getirdi. (2010’dan hatta 2004’te diyebiliriz) Sonra düşüşe geçen üretim, hükümetin yanlış veri raporlarına güvenerek gerekli tedbiri almayışı veya alamayışı, piyasayı rakip tanımayan ithalatçı tüccarlara bırakması, yaşanan sıkıntıların sebeplerinden bir tanesi belki de en önemlisidir.
İthal edilen ve bulunduğumuz coğrafyaya da damak tadına uygun olmayan ve nasıl beslendiği bile bilinmeyen ithal büyükbaş hayvan sayısının, yıllara göre artış göstermesi, yerli üreticileri daha da devre dışı bırakmıştır.
İthal hayvanların et lezzeti, Anadolu dağlarında çok çeşitli bitkilerle beslenen hayvanların et tadına ulaşması elbette mümkün olamaz. Besiciliği teşvik ve destek amaçlı verilen kredilerin büyük bir kısmı başka amaçlar için kullanıldığı gibi, aynı zamanda yerli üreticiyi de zor durumda bırakarak kârlarını birkaç misli artırarak, adeta et piyasasını ele geçirip hükümetin aldığı kararlara dahi rest çekecek duruma gelmelerinin siyasi kanadı da unutulmamalı.
Şehir sınırları içerisinde besi alanlarının da seçimi çok yanlış yerler olduğu gibi, keşif ve yeşil yemle beraber kaba yem ihtiyacını karşılayacak ekim alanına sahip olmayan veya bu tip alanları temin etmeden, besicilerin büyük bir kısmı verilen kredi ve yem desteği ile besiciliği yapmaya çalışmak, maliyeti artırdığı gibi kurulan besi tesislerinin kurulduğu yerlerde ekolojik olarak yanlış seçimdir.
Kırşehir’de bilhassa yerleşim yerlerine çok yakın ve yeraltı su havzalarının kirletilmesi insan sağlığına olan zararların hesap edilmediğinin de kanıtı. Öküzle ineği dahi ayırt edemeyen, güya yetkili şahısların, besi tesislerine ruhsat vermesi ve bu gibi ruhsatların belde yöneticilerini devre dışı bırakarak ahbap çavuş ilişkileri yoluyla, resmi ruhsat almaları da gerçekten düşündürücü değil mi?
Et piyasasının sigortası sayılan Et Balık Kurumlarının özel sektöre bırakılması, her gün yeni zamlarla etin artık bir lüks besin maddesi haline gelmesine yetkililer, laf kalabalığı ile müdahale etmeye çalışıyor görünmesi gerçekten çok vahim.
Piyasa kontrolü, denetimde yetersiz kalan belediyelere bırakılması ayrı bir beceriksizliktir. Devlet ancak belli yandaşlara veya bu işin cambazlarına bırakarak çözmeye çalışsa da, ne kadar başarılı olduğu kasap vitrinlerinde belli oluyor.
Türk insanları Avrupalılardan eti iki ve hatta üç katı daha pahalı et yerken, beyaz ete şüpheyle yaklaşan halk başka alternatifler aramaya başlayacak bu gidişle.