Günümüzdeki insanlara bakıyoruz da nedense hep eski güzelliklerden bahsediyorlar. Özellikle Kırşehir tarihini iyi bilen eli öpülesi büyüklerimizden yaşadıkları anıları dinlerken ibret almamak elde değil.

Günümüzdeki insanlara bakıyoruz da nedense hep eski güzelliklerden bahsediyorlar.

Özellikle Kırşehir tarihini iyi bilen eli öpülesi büyüklerimizden yaşadıkları anıları dinlerken ibret almamak elde değil.

Nice haram kazanıp, zengin olanların belli bir yıl sonra nasıl yiyecek ekmeğe muhtaç olduklarını öğrenince, haramın Allah katında nasıl bu insanlardan kat ve kat çıktığını da idrak ediyoruz.

Kırşehir’de böylelerin örnekleri çok. Bunları tek tek, isim isim yazarım, ama değmez buluyorum.

Ama nice hemşehrilerimiz var ki, ne yokluk ve sıkıntılar çekmişler, ama asla haram yememişler, birbirlerini satmamışlar, arkalarından kuyu kazmamışlar.

Peki günümüzde böyle dik duran, eğilip, bükülmeyen, sadece ama sadece gerçekleri haykıran kaç kişi kaldı ki?

Yamuklaştı insanlar, ayçiçeği gibi güneş nerden doğarsa oraya dönüyor!

Varsa menfaat, yoksa menfaat…

Yok böyle bir düzen!

Yok böyle insanlık!

Bazen bir kurumun yanlışlarını, eksikliklerini görüyor ve yazıyorum. Hemen o kurumun her şeyden sorumlusu arıyor, “Ya niye yazdınız? Biz arkadaşız!”  diyebiliyor.

Yok böyle bir şey!

Susmak ve susturulmak için devreye giren sözde dost ve arkadaşlarımız, bir süre sonra seni anında satıyor, senin dostluğunu, arkadaşlığını bir anda çöpe atıyorsa, kimin dost, kimin düşman olduğunu algılamakta güçlük çekiyor ve içinizden “ben yanılmışım, ben yanlış tanımışım, demek ki hiç adam değilmiş!” diyor ve insanları yanlış tanımaktan vicdan azabı çekiyorsunuz.

Eskiden kullandığımız ve herkesin aradığı bir kriter vardı “adam olmak!”…

Evet bu söz de pek çok deyimlerimiz gibi, ya da aradığımız kıstaslardan çıktı ne yazık ki!

Dedim ya eskiden adam olmak çok önemliydi.

Adam olmak ayrı, insan olmak ayrıydı.

Tıpkı şu meşhur baba-oğul hikâyesi gibi…

Bilen bilir, bilmem bu hikâyeyi bilmeyen var mıdır?

Adam oğluna hep “sen adam olamazsın” dermiş. Oğlu da “İleride göreceksin nasıl bir adam olduğu mu” diye cevap verirmiş.

Aradan yıllar geçer, delikanlı okur ve bir ile Vali olur ve Vali olduğu gün yardımcısına babasının ismini vererek; “Git falan köyde bir adam var, onu alın getirin!” der.

Emir demiri keser misali Valinin yardımcısı Valinin babasının yanına gider ve “Amca seni Vali bey çağırıyor, seni götürmeye geldik!” der.

Tarlada çalışan adam “Ben yaşlı bir adamım, Vali beyle ne işim var?” diyerek gitmez.

Valinin yanına giden yardımcısı, adamın gelmediğini söyleyince, Vali birden hiddetlenerek “Gidin alın, getirin!” diye talimat verir.

Bunun üzerine apar topar, yaka paça adımı köyden alıp getirirler, Valinin odasına çıkarırlar. Babasının içeri girmesiyle, Vali “Baba beni tanıdın mı? Bak sen bana adam olamazsın diyordun, bak ben okudum, yazdım Vali oldum” der.

“Oğlum ben sana Vali olamazsın demedim ki, adam olamazsın dedim. Adam olsaydın babanı böyle ayağına getirmezdin” der, oğluna…

İşte okumuş, yazmış olmak ayrı, adam olmak ayrı şey…

Bu hikâyeyi çok severim sıradan bir hikâye gibi olsa da; oldukça anlamlıdır.

Kırşehir’de okumuş, yazmış, ya da iktidarın eteklerine yapışarak makam ve mevkii sahibi olan o kadar çok adam olmayanlar var ki…

Kırşehir için kılını kıpırdatmayan, her türlü menfaat için fırıl fırıl dönen fırıldakları gördükçe bazen insanlığınızdan utanıyorsunuz!

Evet, bugün hasbelkader bir yerlere gelip, o koltuğun hakkını veremeyenlere bazı hatırlatmalarda bulunmak istiyorum.

Kırşehir’de düne kadar yüzüne bakılmayan, selâm bile verilmeyen bazı soytarılar bugün ne acı ki devlette hiç hak etmedikleri makamları işgal ediyorlar.

İşgal ediyorlar diyorum, çünkü bunlardan bir şey olmaz!

İşleri güçleri akşama kadar o koltukta oturup, görev yaptığı kuruma fayda vermek yerine zarar veriyor, gelsin çaylar, çorbalar, varsa yoksa fesatlık, dedikodu!..

Bu tiplerden Kırşehir’e ve Kırşehirlilere ne fayda gelir ki?

Ama adam yanar döner olduğu için, layık olmadığı makama gelince ne oldum delisi oluveriyor!

Tabi onlarda suç yok!

Onu o makamlara getirenlerde!

Dün cebinde çay parası olmayan, onun bunun yardımları ile okuyan, beş-on kişinin yaşadığı gecekonduda büyüyüp, aç susuz kalan zavallılar; bugün onu bunu tanımıyor, nasıl becerdilerse lacivert takım elbiseler giyip, gözlerine taktıkları kara gözlüklerle, altlarında son model otomobillerle geldikleri yeri unutup makamlarını da kullanarak insanlara zulmetmekten keyif alıyor!

Makam ve mevkilerinin, şan ve şöhret sarhoşluğuna kapılıp kibirli davrananların, eline üç-beş kuruş geçince şişen sonradan görmelere bakıyorum, bir de bazı makamları ona layık görüp yetki verenlere, “Kırşehir’den bir şey olmaz!” diyorum.

Yazık tabi Kırşehir’e ve Kırşehirlilere…

Eğer Kırşehir ve Kırşehirliler bu soytarı kılıklılardan bir şey bekleyecekse, boşuna beklerler!

Devir bu tip fırıldakların ve soytarıların devri olmuşsa, bunların her dediğini yapıyorsa, Kırşehir’de seçtiklerimiz bunca söylenen  sözlere rağmen hala onları orada tutuyorsa, onlara da yazıklar olsun!

Bu soytarılar devletin imkânlarını, kadrolarını etrafından fır fır dönenlere peşkeş çekiyorsa, günün 24 saatini birlikte geçiriyorsa, sözün bittiği yerdeyiz herhalde!

Kırşehir’de hasbelkader iktidar partisine üye olan babasının, amcasının, dayısının, sayesinde bir resmi kurumda özel temizlik ya da güvenlik görevlisi olan, eline süpürge geçti diye insanları süpürmeye çalışıyorsa, “güvenlik görevlisiyim!” diyerek onu bunu tartaklamak için fırsat kovalıyorsa ne diyelim!

Onlarda suç var mı?

Elbette ki hayır, onları oralarda çalıştıran, oralarda iş verenler de değil mi?

Adam asgari ücretle maaş alıyor, “şu işi yap” dediğinde, “Benim arkamda milletvekili var, belediye başkanı, il başkanı var, ayağını denk alın!” diyebiliyorsa vay halimize vay!

Açlıktan nefesi kokan bu tipler, bir partiye sırtını dayayarak “salla başını, al maaşını!” diyorsa, ya da işe gitmeden, çalışmadan, alnı terlemeden bankamatik memuru olarak çalıştırılıyorsa vay halimize vay!

Neyse konuyu dağıtmayayım konumuz adam olmak ya, adam olmayan adamcıklar!

İşsizliğin her geçen gün arttığı, göç veren Kırşehir’de adam olmayan, parası, malı, mülkü, serveti olan, insanlıktan yoksun, niceleri de var.

Dedim ya adam olmayan adamlar, eline üç kuruş geçince değiştiğini sanan nice sonradan görmeler var bu memlekette…

Evet, kişisel menfaatleri elde etmek için insanlığından ödün vermek, bir takım mevkilere ulaşabilmek için onur ve şerefini ayaklar altına alarak el-etek öpmek… Bir kurumda hasbelkader yürüttüğü müdürlük kadrosunu beğenmeyip daha üst makamlara gelmek için her türlü dümeni çevirmek…

Adam olmak; dürüst, tutarlı, dik duruşlu olup şahsiyetli bir tavır takınmaktır. Adam gibi adamlar güzel ahlâklı, erdem sahibi olup korkaklığa, ikiyüzlülüğe, namertliğe kesinlikle pirim vermezler.

Evet, adam olmak için bu tür meziyetler gerekir. Zira bu meziyetleri bir insandan çekip alacak olsanız, geriye değil adam, insan bile kalmaz. Sadece “insan müsveddesi” kalır.

Adam gibi adamlar gerçek ve dürüst dostlarına, kurumuna, memleketine sımsıkı sarılıp sahip çıkarlar. Zoru görünce hemen kıvırmaz, eğilip bükülmez, herkesi idare etmez, omurgalı bir duruş sergileyip dimdik dururlar. Seni seviyor gibi gözüküp, sırtından hançerlemezler. Yoksa dönek, sünepe, gevşek, bukalemun gibi araziye göre renk değiştiren, davasında samimi olmayan kimselerin adamlıktan nasipleri yoktur.

“Aman Belediye Başkanıma, Valime, milletvekilime, müdürüme lâf gelmesin!” diyerek, kurumun her türlü işlerini hakkı olmayan şantajcı, riyakâr, her devrin adamı  tiplere peşkeş çekenler şunu unutmasınlar ki o makamlar gelip geçicidir. Önemli olan insan olmak olduğunu hatırlayıp, yarın o makamları boşaltınca sokakta nasıl gezeceklerini idrak etmeleridir.

Elbette adam olmak başka bir şeydir, yaratılışla alâkalı, yani maya meselesidir. Yani bir kimsenin mayası bozuk, kumaşı kalitesiz ise ondan adam olmaz.

Hani Kırşehirli rahmetli şair Boyacı Hüseyin Canıtez ağbimiz vardı. O bir şiirinde ne diyordu:

“Aslı temiz olandan etmem asla şüphe şek

Teperse katır teper, çünkü babası eşek!

Eşşeğin altına serseler çifte döşek!

Berbat eder, çünkü aslı öyledir.”

Yani Şair Boyacı Hüseyin Canıtez bu şiirini 1980’li yıllarda yazmış. Demek oluyor ki 40 sene önce de böyle mayası bozuk olan, kumaşı kalitesiz insanları görmüş, içermiş ve böyle bir şiiri kaleme almış.

Hani bir sözümüz daha var, “Layık olmayana iltifat, layık olana hakarettir” diye.

Ben de bugün Kırşehir’de layık olmayanlara makam ve mevkiler verilince, onlara değerinden fazla gösterilen iltifatları görünce, böyle mayasız, kalitesiz insanlara bakınca içimden geçenleri yazmadan duramadım.

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!...

 

***

Biraz da gülelim!

Kapıya dikkat

Kadının birisi vefat etmiş.

Cenaze namazı kılınmış,

Cemaat tabutu sırtlamış.

Tam camii den cenazeyi çıkartacaklar,

Tabut camiinin kapısına çarpmış.

Tabuttan bir inilti duyulmuş

Hemen açmışlar tabutu.

Öldü sanılan kadın yaşıyormuş,

Hemen hastaneye götürmüşler ve kadın 10 sene daha yaşamış.

10 sene sonra kadın ölmüş, yine aynı camii kapısından çıkartacaklar ya tabutu kadının kocası kapının yanına gelmiş:

– Gözünüzü seveyim, kapıya dikkat edin…!

***

Sevdiğim bir söz

“Kişi kendini tanıtırken mesleğini ön plana çıkarıyorsa, demek istiyordur ki; aslında ben malın önde gideniyim ama, her ne hikmetse mevki sahibi oldum.”