Bir önceki yazımda yaşantım boyunca hiçbir zaman iyi, güzel ve sevindirici olayların bana rast gelmediğini ne bir gömü , ne bir küp altın bulmadığımı, nede piyangodan ikramiye çıkmadığını, nerede üzücü olaylar varsa beni bulduğunu belirterek sitem etmiş ve on üç-on dört yaşlarında okula giden bir öğrencimizin babasından istediği beş lira karşılığında babasının cebini göstererek “oğlum ekmek alacak param yok“ diyerek veremediğinden bahsetmiş çok üzüldüğümü söylemiştim. Bu sitemlerimden olacak bilemiyorum ama 2018 yılının ilk günlerinde sevindirici olaya şahit olarak başladım.

Bir önceki yazımda yaşantım boyunca hiçbir zaman iyi, güzel ve sevindirici olayların bana rast gelmediğini ne bir gömü , ne bir küp altın bulmadığımı, nede piyangodan ikramiye çıkmadığını, nerede üzücü olaylar varsa beni bulduğunu belirterek sitem etmiş ve on üç-on dört yaşlarında okula giden bir öğrencimizin babasından istediği beş lira karşılığında babasının cebini göstererek “oğlum ekmek alacak param yok“ diyerek veremediğinden bahsetmiş çok üzüldüğümü söylemiştim.
Bu sitemlerimden olacak bilemiyorum ama 2018 yılının ilk günlerinde sevindirici olaya şahit olarak başladım.
Sakın yılbaşı ikramiyesinin, piyangonun bana çıktığını, bir gömü veya bir küp altın bulduğumu düşünmeyin. Onlar bana çıkmaz. Zaten yıllar sonra ilk defa bir çeyrek bilet aldım ona da bırakın büyük miktarları amorti dahi çıkmadı. Hal böyle olunca patenti Kırşehir’in renkli simalarından olan merhum Çete’ ye ait olan “ VAY KADER VAR “ sözcüklerini söyledim.
Ancak her şeye rağmen yeni yıla mutlu bir konuşmalara şahit olarak girdiğim için sevinçliyim.
Bu yazımı kaleme yazmaya başlamadan önce (yazılarımı akşam yazıyorum) Kırşehir’de Ankara Caddesi’nde faaliyet gösteren bir arkadaşımın dükkana girdiğimde ikisi bayan, ikisi erkek dört kişinin konuşmalarına şahit oldum. Bu iki çiftten birisini önceden tanıyordum, fazla samimiyetimiz olmasa da karşılaştığımız zaman selamlaşır, konuşur, hal hatır sorardık. Çoğu insanlar gibi onlarda emek zoruyla çalışarak kıt, kanaat geçinirlerdi. Günler geçtikçe, zaman ilerledikçe bu muhterem çift atadan kalma mirasla maddi olarak çok iyi duruma geldiler. Onlar maddi olarak iyi duruma gelince benim gibi Allah’ın acizane garip kullarına selam vermediler, şımardılar, büyüklendiler ve kendilerini kaf dağında zannettiler.
Hani Anadolu’ da “Sonradan görme gavurdan dönmedir” veya “Görmemişin oğlu olmuş tutmuş …….kesivermiş!” derler ye işte bunlar da bu sözlerin ne kadar doğru olduğunu kanıtladılar.
Dükkan sahibi yakın arkadaşım olunca çay da ikram etti. Ben çayımı yudumlarken önceden tanıdığım çiftte diğer çift“ akşam nerelerdeydiniz, ne yaptınız, kimlerleydiniz “ dediler. “Önceden tanıdığım çiftte günler önce yerlerini ayırttıkları, parasını ödedikleri bir otelin eğlence salonunda olduklarını, yılbaşı akşamını çok güzel geçirdiklerini, çok eğlendiklerini ve çok mutlu olduklarını“ anlatılar.
Çaktırmadan, ısrarla ve can kulağıyla onları dinledim. Mutluluklarını o kadar güzel anlatıyorlardı ki adeta zevkten dört köşe oluyorlardı ve “Ayol nasıl eğlendiysek tadı damağımızda kaldı önümüzdeki yılbaşı akşamını şimdiden iple çekiyoruz “ dediler. Onlar konuşarak mutlu olduklarını anlatınca bende mutlu oluyordum çünkü yapım gereği insanların mutlu olmalarıyla mutlu olan birisiyim. Yanlıştır, doğrudur bilemiyorum Allah’ın bana bahşettiği yapı bu.
Eğlenmelerini bir güzel anlatan çift diğer çifte siz neredeydiniz? deyince diğer çiftimiz cevaben “Malum bir çocuk üniversiteye gidiyor, birisi bu sene sınava girecek, evin kredi borcu ve diğer harcamalar derken bayağı zorlanıyoruz. Onun için evde kalmayı tercih ettik” dediler ve diğer çifte “peki otel pahalı değil miydi, menü nasıldı, içeceklerden neler vardı ?“ sorularını sordular.
Ama çiftimizden bayan olanda maşallah öylesine bir dil vardı ki adeta pabuç gibiydi sözü eşine hiç bırakmıyordu hemen cevabı konduruyordu. “Ay hiç pahalı olur mu ? İki kişi yedi yüz elli liraydı, içecekler de sınırsızdı, sene de bir defa yıl başı akşamı oluyor, yılda bir defa içinde iki kişiye yedi yüz elli lira çok para değil, çokta güzel eğlendik, yedik içtik, oynadık, dans ettik, sanatçı da vardı, her şey çok güzeldi keşke her akşam yılbaşı akşamı olsa ne güzel olurdu. Siz de bizimle birlikte olsaydınız beraber eğlenseydik ne güzel olurdu. Ne kadar sıkıntınız olsa da yedi yüz elli lira verilemeyecek kadar çok para değil o da bir şekilde bulunur ve ödenirdi” dediler.
Fazla detaya girmeme gerek yok. Bir zamanlar zor şartlarda emek zoruyla çalışarak, meteliğe kurşun atarak kıt kanaat geçinen, bugün ise “yediz elli lira çok para değil!” diyen sonradan görme çiftimizin çok eğlenceli, mutlu bir yılbaşı akşamı geçirmelerine, mutlu olmalarına bende sevindim ve nihayet 2018’ in ilk gününe sevindirici bir olaya şahit olarak başlamanın mutluluğuna şahit oldum.
Aslında mutlu olduğum, sevindiğim yok. Adeta sinir bozucu bir an yaşadım. Bir zamanlar büyük sıkıntılar içinde, ceplerinde metelik olmadan yaşayanlar, geçmişini, nereden geldiklerini unutarak, atadan kalma mirasla yedi yüz elli liraya para değil diyebiliyorlar. Bununla da kalmayıp burunlarını bir karış havaya kaldırarak daha önce tanıkları insanları küçük görerek selam dahi vermiyorlar. Zannedersiniz ki dünyayı bunlar yarattı. Nasıl sinirlerim bozulmasın ki?
Bu nasıl insanlık, bu nasıl dünya. bu nasıl tezatlık anlayamıyorum.
Kimi cebindeki son parayla karnını nasıl doyurmanın derdinde, kimisi bugün ne giysem, ne yesem, nerelerde eğlensem derdinde. Bir taraftan çocuğuna ceplerinin göstererek beş lira vermeyen baba ve babasının durumuna ağlayarak okula giden bir öğrencimiz, bir taraftan da bir gecelik eğlence için “yedi yüz elli liraya çok para değil, bedava!” diyen sonradan görme insanlar.
Kimin de var, kimin de yok!
İşte ben bu dünyayı, bu adaletsizliği ve bu insanlığı bir türlü anlayamıyorum.