Bu satırları şimdi yazmayacaktım. Gecenin bir yarısı yazmaya karar verdim. Bugün yaşadıklarımı, şahitlik ettiğim insan yüzlerini yazmasam,  o insanların ruh halini anlatan kelimeleri yarına bıraksam, içinde bulunduğum duyguların ahengi bozulacaktı belki de… 

Şahitlik ettiğim insan yüzlerinden ilki bir kadın mimardı. Eşini kaybetmişti; benimle aynı yaşlardaydı. Kendisi küçücük bir şehirde hatırı sayılır zenginliğe sahip bir ailenin kızıydı. Eşinin ölümünden sonra gözlerinin feri sönmüştü sanki, hayata ümitsiz bir bakışı vardı. Hâlbuki hayat tüm acılara rağmen devam ediyordu.

İkinci insan yüzü yine bir kadındı, yıllar önce tanıdığım. Tanıdığım diyorsam öyle samimiyetle değil. Belki de hayatım boyunca birkaç kez görmüşlüğüm var, o kadar. Yıllar yıllar sonra bugün yine gördüm onu. Annesini kaybetmiş, kendisi uzun süredir Almanya’da yaşıyor. Erkek kardeşi de yaklaşık yirmi yıl önce bir kazada ölmüştü; şimdi hatırladım bu olayı. Yıllar sonra beni görünce “Sizi çok iyi hatırlıyorum” dedi. Ben de onu çok iyi hatırladım. Ancak adı, beraber geldikleri amcası söyleyene kadar aklıma gelmemişti. Bana “Hiç değişmemişsiniz!” dedi. İnsan hiç değişmez mi? Yoksa değişir mi? Fiziki olarak değişir elbet. Ancak ruhen aynı kalır mı? Bu mümkün mü? Bazen bir saat içinde bile gülmek, öfkelenmek, acı çekmek, mutlu olmak gibi birbirine zıt kavramları yaşayabiliyorsak demek ki ruhen aynı değiliz. 

Kardeşinin ve annesinin ölümünden sonra çektiği acılar gözlerinden okunuyordu. Gözler bazen çoğu duyguları ele verir. Ama hayat hep acılardan mı ibarettir? Çocuklarının doğum günlerinde mutlu olmaz mı? Elbette olur.

Birlikte geldiği amcası müteahhitlik yapıyordu. Onun derdi yeğeninin çektiği acılar değildi. Elbette o da üzülüyordu, üzülmez mi? Ancak başka öncelikleri vardı onun, satacağı konutları düşünüyordu.

Üçüncü insan yüzü ise şehrin bir zamanlar herkesin ismini ezbere bildiği bir firmanın sahibiydi. Bir evraktan bahsetti bana. Evrakta kendisinden başka aynı soy isimde bir kişi daha vardı. O kişiyi bulmasını, konuşmasını söyledim. Ancak o kişi meğerse kardeşiymiş. Ama yıllardır konuşmuyorlarmış maddi meseleler yüzünden. 

Bir tarafta kardeşini kaybeden ve acısını yıllardır taşıyan bir kadın, diğer taraftan kardeşiyle hiç konuşmayan bir adam.

Tüm bu insanları bir günün içinde gördüm. Türlü türlü insan yüzleri, türlü acılar, öfkeler…

**

Bu haftaki Saklı Kalan Şiirler Köşemizin misafiri Halid Fahri Ozansoy. 1936 yılına ait bir şiir:

“HASTANIN BAŞINDA”

Uyuyor mu başını yastıklara koydu da?

Uyusun, belki biraz sükûn bulur uykuda

Uyusun, çok üzüldü bırakalım uyusun

Mademki gözlerini kapadı, uyur, susun!

Uyuyor işte bakın bir melek gibi sessiz

Başucunda ağlarsam bana çok görmeyiniz!

Sinirleri ne kadar yorgun, ne kadar kırık..

Uykusu, duyulmıyan, sezilen bir hıçkırık..

Uyuyor, güzel başı yastıklara düşeli;

Ateşten bir gül gibi kaldı elimde eli!

Solgun göz kapakları güne hasret çekiyor

Bu gecenin sabahı ne kadar gecikiyor..