SAKLI KALAN RAMAZAN YAZILARI 2

 RAMAZAN’DA DEVLET DAİRELERİ

 Eski dönemler malûm. Hele İstanbullu Türkler için tek iş kapısı, devlet daireleri idi. Halkın bir kısmı küçük esnaflık yapar, pek az kişi büyük ticaret, komisyonculuk, ithalat ile uğraşırdı. Bu işlerin hemen hemen tamamı gayrimüslimlerin ve yabancı uyrukluların tekelinde idi. İstanbul ve diğer birkaç büyük şehirde yaşayan Türklerin rağbet ettikleri işler, ya zabit (subay) olmak veya bir devlet dairesinde çalışmaktı. Hele İstanbullu’nun o zamanki zihniyeti ile ticaret, esnaflık makbul sayılmazdı. O kadar ki, birisine, oğulları için kız istemeye gidildiğinde “Oğlunuz ne iş yapar?” yerine, sanki başka iş yokmuş gibi “Oğlunuz hangi dairede vazifeli?..”  gibi sorular sorulurdu. Çocuklara söylenen ninnilerde bile “Benim yavrum büyüsün, kâtip olsun, yürüsün…” veya “Benim oğlum büyür de paşa olur inşallah…” gibi temennilerde bulunulurdu.

Ramazanlarda, küçük, büyük hemen hemen bütün müdür, mümeyyiz, kâtip, müsevvid ve mübeyyizler daireye ya geç veya öğle namazından sonra gelirlerdi. Bu durumu bilen eshab-ı mesalih (işi olanlar), o erken saatlerde zaten devlet dairelerine uğramaz yahut geç giderlerdi. Acele bir iş için erkence gitmek zorunda kalanları ise daha dış kapıdan odacı göğüsler:

--- Nereye böyle erkenden hayrola… Kâtip efendilerin daha afyonu patlamadı… Hele sen öğleden sonra gel… diye çevirirlerdi genellikle…

Görev yaparken de, birçok dalgınlık yapılır, işlem yanlış yazılır, adamcağızın işi Maliye’ye havale etmek gerekirken, oruç mahmurluğu ile Evkaf’a yollanırdı…

Akşamları da mesai sonu pek beklenmezdi. Vakit ikindiyi buldu mu, müdürlerin, kadıların, ileri gelen yüksek dereceli memurların odacıları, daha onlar çağırmadan, kış ise elinde müdür beyin paltosu, yaz ise bastonu ile odaya girer âdeta lisan-ı hâl ile:

--- Hadi beyim, ne duruyorsun, ikindi oldu… der gibi beklerdi. Giyinip, bastonunu da eline alan müdür bey odacısına bahşiş olarak:

--- Haydi Mehmet ağa, sen de çık, fazla bekleme, diyerek âdeta onları ödüllendirirlerdi…

Efendim, bu arada aklıma bir fıkracık da geldi: 

“Ramazan dolayısıyla göz yumulmasından faydalanan açıkgöz bir kâtip efendi, Ramazan bittikten sonra da sabahları işine hep geç gelir olmuş. Bu hali gören daire müdürü, bir akşam bakmış ki bu efendi, sabahları geç geldiği halde, akşamları da mesaiden erken çıkmayı mutad haline getirmiş, dayanamamış, kâtibi çevirmiş:

--- Muhtar bey, dikkat ettim, sabahları geç gelip, akşamları da erken çıkıyorsunuz, demiş. Kâtip bey boynunu bükmüş:

--- Efendim, sabahları erken gelemiyoruz, bari akşamları erken çıkalım dedik, cevabını vermiş.”[Nüvit ATAŞ, Milliyet Gazetesi 1988 yılı]

____

Mümeyyiz: Servis şefi, amiri

Müsevvid: Bir konunun müsveddesini hazırlayan memur

Mübeyyiz: Müsveddeleri temize çeken.

*

SAKLI KALAN RAMAZAN FIKRALARI:

Geçmiş devrin en ince nüktedanlarından merhum Borazan Tevfik bir vakıf işi için havale ahtapotunun sülüklü kollarına yakalanır… Aylarca uğraşır. O daireden o daireye… Havale, havale, havale… “Bugün git yarın gel!”den kendisini kurtaramaz.

Bir ramazan günü yine daireye uğrar:

--- Şu bizim iş ne olacak?

--- Bir gün gelecek halledilecek…

---Efendi! Aylardan beri uğraşıyorum.

Memur oruçlu, hiddetle bağırır:

--- Mübarek günde beni günaha sokma… Alimallah seni Allah’a havale ederim.

Tevfik:

--- Hah! der, havale edilmedik bir orası kaldı idi, onu da yapın tamam olsun!

*

Sadrazam Koca Ragıp Paşa, sadrazamlığı sırasında konağında topladığı devlet adamlarıyla konuşurken söz arasında onlardan rüşvet alıp almadıklarını sormuş. Herkes rüşvet almadığına dair en ağır yeminleri etmiş.

Ragıp Paşa, şair dostu Haşmet’e de sormuş: “Sen de bazı memuriyetlerde bulundun, rüşvet aldığın oldu mu?” diye…

Haşmet, “Efendimiz, biraz sabredin.” demiş, “Halkımız arasında yalan yere yemin edenlerin çatlayacağı şeklinde bir inanç vardır. Şurada rüşvet almadığına dair en ağır yeminleri edenlerden bir çatlayan, patlayan olmazsa, ben de yeminle rüşvet almadığımı söyleyebileceğim!

*

ANLAMLI ŞİİRLER

Bin kalb olurum da okla mecruh (yaralı)

Bir kalbe nişan alan ok olamam,

İçmem su susuzların elinden,

Açlar arasında ben tok olamam.

[Abdullah Cevdet]

 

Sakal ile kâmil olsa kişi

Keçiye danışırlardı her işi.

[AhmedVefik Paşa]

 

Etme âr oku ehlinden

Her şeyin ilmi güzel cehlinden

[Nâbi]

 

Ne yumruktan ne kırbaçtan iz kalır,

İnsan ölür arkasında söz kalır.

[Kutadgu Bilig’den]

 

Avâzeyi bu âleme Davud gibi sal

Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş.

[Bâki]

 

Bir deyiş:

Çeşm-i insaf gibi kâmile mizan olmaz

Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz

Eylesek her ne kadar tutiye talimi zeban

Sözü insan olur ama özü insan olmaz.

[Talibi]

___

Çeşm-i insaf: İnsafla bakmak

Kâmil: Olgun kişi

Mizan: Ölçü

Eylesek her ne kadar tutiye talimi zeban: Papağana konuşma öğretsek de