Mübarek Ramazan ayının sonlarına geldik. Bugün Allah kabul ederse ondokuzuncu orucumuzu tutuyoruz. Yani 10 gün sonra hep birlikte bayrama kavuşacağız.
Evet, on bir ayın sultanı Ramazan ayının içindeyiz.
Kırşehir'in cadde ve sokakları boş, çarşı pazar inzivaya çekilmiş, sanki sokağa çıkma yasağı konulmuş gibi!
Esnaflar müşterinin yolunu beklemekten yoruldu, bu gidişle daha çok bekler durumdalar.
Halkın alım gücü olmayınca fazla yapacak da bir şey yok!
Belki Ramazan ayının içinde olmamız da insanlara bir rehavet getiriyor.
Mübarek Ramazan ayı, Kırşehir’de yeterince verimli geçmiyor.
İftarla sahur arasındaki sürenin kısa olması nedeniyle yatsan yatamıyorsun, kalksan kalkamıyorsunuz. Bu nedenle Kırşehir’de hemşehrilerimizin çoğu gece 2-3’e kadar oturup sahurunu yapıp yatıyor. Bu da insanların uykusuz kalmasına neden oluyor.
Sahurdan sonra hemen uyumak ta mümkün olmuyor. Ben çoğu zaman sabah 6-7’ye kadar uyuyamadığım için iki-üç saatlik uykuyla geçiriyorum mübarek Ramazan ayını… Ama çoğunun uyuyarak oruçlarını tuttuğunu görüyorum.
Kırşehir’de işyerleri 10’dan sonra açılmaya başlarken, resmi kurumlarda da bu durum hemen hemen aynı.
Şehrimizde hayat neredeyse öğleden sonra başlıyor. Akşama doğru da pide almak için sokağa çıkanlar olmasa sanki Kırşehir terk edilmiş bir şehir olacak!..
Bu ay kutsal olduğu kadar bereket ayı, günahlardan arınma, hoşgörü ayıdır, inananlar için…
Ama gel gör ki öyle olmuyor ne yazık ki…
Şöyle Kırşehir’in cadde ve sokaklarına bakıyoruz bu ilin ne kadar hoşgörülü olduğunu görür, anlarsınız.
Kırşehir hoşgörü bakımından Türkiye’nin örnek illerinden biridir. Bu nedenle insanlar hoşgörülü, demokrasi ve insan haklarına harfiyen uyan ender şehirlerimizden biridir.
Yani Kırşehir’de insanlar ibadetini de, inancını da özgürce yaşayabilmektedir. Tabi biraz da insanlar oruç tutanlara karşı saygılı olabilse…
Şöyle bakıyorum oruç tutup da üçkâğıtçılık yapan, vatandaşı kazıklayanlar hiç de az değil.
İşte benim anlamadığım da tam da burası. Hayır mübarek Ramazan ayını fırsatçılığa çevirenler, ağzını açtı mı senden-benden daha inançlı gözükenlere bu durum yakışıyor mu sizce?
Hani Mevlana Hazretleri ne demişti:
“Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol!”
Sözde dindar geçineceksin, abdest alıp namaz kılacaksın, oruç tutacaksın, fakir fukaranın ekmeğine göz dikeceksin, haram kazançla köşe döneceksin!
Bu davranış Müslümanlığın neresinde var?
İşte böyle bir ortamda insanların kazıklandığı Ramazan ayını öyle ya da böyle, paldır küldür geçiriyoruz. Allah tuttuğumuz oruçlarımızı kabul etsin.
Bir diğer konu da Ramazan ayında insanların üzerine çöken rehavettir. Uyur gezer insanlar olduğu kadar, verimli çalışmayanlar da azımsanacak kadar değildir.
Gece yatmaz, sabah kalkmaz, işe zamanında gidip gelmezler olduğu kadar rapor alıp Ramazan ayını evinde yatıp oruçlu geçirenler de var. Tabi bunun sevabını da günahını da Allah bilir…
Sabah 8:00’de resmi dairelerde çalışma saatleri başlar, kaç kişi bu saate uyar o da ayrı bir konu.
Tabi çalışmadan haksız yere maaş alan, bu parayla evini geçindiren, fitre ve zekât verenler düşünsün.
Sağlam bir inanca sahip ve dininin bütün vecibelerini yerine getirmek adına oldukça hassas olduğu bilinen Kırşehir insanı, bu hassasiyeti ibadet boyutunda yerine getirirken, iş üretmede aynı beceriyi sergilemekten uzak kalıyor.
Mesai mecburiyeti olanların ve memurların bir tarafa tutulması hâlinde, halkın diğer kesiminden ses-sedâ yükselmiyor. Yoğunlaşma 17.00 ilâ 19.00 arasında en üst noktasına erişiyor. Bu saatler haricindeki zaman dilimini insanlar evlerinde geçirmeyi tercih ediyor.
Bir kamu kuruluşunda görüşmeniz gereken bir kişi var, ya dışarı çıkmış, ya çarşıya inmiş, ya da ulaşılamıyor!
Yani çalışan da, evde yan gelip yatan da bir rehavetin içinde.
Herkes olur da ben olamam mı ki!
Sanırım Ramazan'ın rehaveti bana da çöktü, uzun süredir elim kolum bağlanmış, hiçbir şeyi canım istemiyor.
Gece yatamıyor, sabah kalkamıyor, hiçbir şeyden zevk alamıyorum.
Ramazan deseniz, yani tabi çok şükür diyelim ama epey zorluyor. Açlık ve susuzluğu hissetmiyorum, ama uykusuzluk beni sarsıyor…
Neyse tabii yakınmak gibi olmasın, bu günlerin güzelliği, bereketi, tüm bu sıkıntılara yeter de artar bile... Beraber oturulan iftar sofralarının, oruçlu olunan saatlerde aç kalan insanlara edilen duaların, iftar vaktinde aslında normal zamanlarda ne kadar şanslı olduğumuzu bir kere daha hissederek şükretmenin hazzına değer bu sıkıntılar...
Velhasıl kelam, üzerime çöken rehaveti yendim ve böyle bir yazıyı kaleme aldım!
Evet, Kırşehir insanını tam anlamıyla oruç çarptı. Oysa havalar çok ta sıcak gitmiyor, serin geçiyor, ara sırada yağmurlar görüyoruz.
17 saati geçen oruçla birlikte Kırşehir'de birçok aktivite de durma noktasına geldi.
Hayatın saat 10.00'dan önce başlamadığı şehirde kamu kurumlarının bazılarında da inanılmaz bir hareketsizlik gözleniyor.
Bugün üçte ikisini geride bıraktığımız, mübarek Ramazan ayı, Kırşehir'de yeterince verimli geçmiyor. Üstelik geçen yıllardaki gibi kavurucu sıcaklar da yok. Ama süre uzun olunca insanı biraz zorluyor. Ama artık insanlar alıştı, oruçlarını rahatlıkla tutabiliyor.
Fırınlarda pide kuyruğu… iftara dakikalar kalmış, herkes biran önce pideyi kapma telaşında. Gel gör ki sırayı atlayanlar var, kalabalıktan çıkan bağırtılar, çağırtılar kavgalara kadar götürecek. Neyse ki fırın sahibi ve kuyruktakilerin yatıştırıyor o gerginliği…
Bir işiniz var bir arkadaşınızı arıyorsunuz “şu işimizi ne zaman yapacaksın?” diyoruz aldığım cevap “Bayramdan sonra”…
Bir yere gideceksiniz, eşiniz veya dostunuz “Bayramdan sonra”ya erteliyor…
Birinden alacağınız varsa o da bu erteleme sürecine giriyor, bayramdan sonraya kalıyor.
Ama ödemeniz gerekenler, gitmeniz, gelmeniz gerekenler beklemiyor bayramdan sonrayı…
İşte yukarıda dedim ya herkesi bir rehavet kaplamış, kimsenin eli kolu kıpırdamıyor.
Benimkisi kıpırdasa ne yazar?
Evet öyle ya da böyle bir Ramazan ayının daha sonlarına geldik. Önümüzde 10 günlük bir süre var. Bari bu süreyi iyi değerlendirip Ramazan’ı Ramazan gibi yaşamak dileğiyle…

****

Anlayana…

Bir kuşun hikâyesi…

Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman’a gelerek, kanadını bir dervişin kırdığını söyler.
Hz. Süleyman, dervişi hemen huzuruna çağırtır.
Ve ona sorar;
“Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?”
Derviş kendini savunur;
“Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı.”
Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve der ki;
“Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Sen hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun?”
Kuş kendini savunur.
“Efendim ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez, bunlar Allah’tan korkarlar diye düşündüm ve kaçmadım.”
Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini ister.
“Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın” diye emreder.
Kuş o anda;
“Efendim, sakın öyle bir şey yaptırmayın” diyerek öne atılır.
“Neden” diye sorar Hz. Süleyman.
Kuş sebebini şöyle açıklar;
“Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar... Siz en iyisi mi, bunun üzerindeki derviş hırkasını çıkartın... Çıkartın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın."

***

Sevdiğim bir söz

“Aşk köprü kurmaktır. İnsanlar köprü kuracakları yerde, duvar ördükleri için yalnız kalırlar.” Isaac Newton