Temmuz sıcaklığı altında geçiyor günlerimiz… Ortalık fena kavuruyor, Kırşehir’de insanlar sokağa çıkamıyor neredeyse. Türkiye ve Kırşehir gündemi oldukça hareketli geçti.

Temmuz sıcaklığı altında geçiyor günlerimiz…
Ortalık fena kavuruyor, Kırşehir’de insanlar sokağa çıkamıyor neredeyse.
Türkiye ve Kırşehir gündemi oldukça hareketli geçti.
Ramazan ayının ve bayramı geçirdik, ardından Kırşehir 15 Temmuz kutlamalarına hazırlandı. Kırşehir Valisi Necati Şentürk’ten, Belediye Başkanı Yaşar Bahçeci’ye, Milletvekilleri Mikâil Arslan ve Salih Çetinkaya’dan, Ak Parti İl Başkanı Mustafa Kendirli’ye Valilik Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Osman Demir’den, Belediye Basın Müdürü Halil Çalışır’a kadar, bir o kadar da daire müdürleri, kurumlar ve bunların başındakiler epey yoruldu, şimdi tatil zamanı…
Bizler de yorulduk, ama bize ne tatil var, ne de dinlenme…
Durmak yok yola devam diyoruz.
18 Temmuz benim doğum günümdü. 54 yaşına girdik. Artık yaşlılık dönemine girdik, öyle ya da böyle her ne kadar kaportamız yeni gözükse de iç donanımlarda ve motorda zaman zaman aksamalar oluyor tabii..
Biz de paldur küldür gidiyoruz şimdilik.
Zaman öyle hızlı geçiyor ki, sabah derken akşam, akşam derken sabah olmuş, takvim yapraklarından günler, haftalar, aylar, yıllar tükenip gidiyor.
Evet, zaman çok hızlı geçiyor seneler akıp gidiyor.
Sürekli yaşlanıyoruz, yıpranıyoruz, ölüme her gün bir adım daha yaklaşıyoruz.
Bu kısa hayatta çoğumuz hiç ölmeyecek gibi günaha giriyoruz, hırs yapıyoruz, şu benim, bu benim, hatta şu da benim olsun diyoruz. Sanki kefenin cebi varmış, bizimle beraber gidecekmiş gibi davranıyoruz.
Neden ölümden sonrasını sonsuz hayatı hiç düşünemiyoruz. Ölüm bir anlık. Belki biz bilmeyeceğiz ama bir bakmışız ki sizlere ömür olmuşuz, dostlarınız, sevdikleriniz tabutunuzun ucunda, mezarlıkta üstünüze toprak atıyor…
Ömürden ömür gidiyor.
Siz siz olun hiçbir şeyi dert etmeyin diyorlar, ölümden gerisini boş verin diyorlar…
Değmezlere, değmeyenlere üzülmeyin, iki günlük dünyada, gününüzü gün edin, yiyin, için, gezin, eğlenin, sevmekten, gülmekten, hayallerinizden asla vazgeçmeyin diyorlar…
Bir kere geldiniz bu hayata; "kendinizin kıymetini bilin" diyorlar.
Mevlana’nın “Hamdım, piştim, yandım” sözleri aklıma geliyor, bu dünyada epey zorluk ve sıkıntı çektim, hamdık, piştik mi bilmem.
Kırşehir gibi küçük bir ilde, her türlü sıkıntılara göğüs gererek, yıkılmadan ayakta kalmaya çalıştım ve bugün 54 yaşına girdim.
Geriye dönüp baktığımda çocukluk ve gençlik günlerim gözlerimin önüne geliyor.
Ne günlerdi o günler…
Bugünkü Prof. Dr. Erol Güngör İlköğretim Okulu’nun bulunduğu yerdeki Namık Kemal İlkokulu’nda başlayan, ardından Kale Ortaokulu’nda devam eden öğrencilik yıllarım…
Her gün 3-5 kilometre yürüyerek gidip geliyordum okula. Bugünkü gibi 500 metre uzaklıktaki okula servis araçlarıyla, ya da özel otomobille çocuklar götürülüp getirilmiyordu.
Benim küçük oğlum Batuhan’ın okulu evimle 500 metre uzaklıkta. Ben her gün ona makam şoförlüğü yapıyorum. Götürüp getirirken görüyorum. Çoğu anne ve baba çocuklarını ya özel otomobiliyle, ya da servisle gidip gelmesini sağlıyor.
Neden mi?
Çünkü ortalık iyi değil. Nahoş ve üzücü olaylar yaşanıyor da ondan…
O bizim yıllardaki Kırşehir’le, bugünkü Kırşehir arasında çok şeyler değişti.
Bizim çocukluğumuzdaki Kırşehir’de çocuklar mahallenin büyüklerince takip edilir, yanlışlıkları hoş karşılanmaz, uyarılır, gerekirse üç-beş şamar atılırdı.
Benim babam öğretmenime “eti senin, kemiği benim” diye emanet etmişti. Öyle kolay değildi okulda, ya da mahallede kötü bir davranışta bulunmak. Örneğin elinde sigarayla komşu biri görse hemen tokatlar, uyarır ve babamıza söylerdi.
Şimdi var mı böyle bir durum?
Ulu orta sigara içen bir komşuyun çocuğunu gör ve uyar, bakalım ne cevabı alacaksın?
Okulda öğretmen yüreği yeterse sizin çocuğunuza bir tokat vursun…
Karakolluk, mahkemelik olursun!..
Sonra liseli yıllar…
Askerlik yılları…
Nişanlılık ve evlilik…
Dünün çocuğunun baba olduğu yıllar…
Bir baktım ki ömür gelip geçmiş, çocukluk ve gençlik yılları geride kalmış, artık yaşlılık süreci başlamış…
Yaşlılık tabi kolay değil, benim gibi merdivenden düşüp kolunu kırabilir, iki yıl sürünebilirsin.
Aman ha dikkat!...
Özetle ömür gelip, geçip gidiyor.
Tabi insanların hayatı mevsimler gibidir. İlkbaharda doğar, yazın gençlik yıllarını yaşar, sonbaharda olgunluk yani yaşlılık dönemine girer, kışın ise bitkiler gibi derin bir uykuya dalar. Üstad Yahya Kemal Beyatlı’nın dediği gibi, “Sessiz bir gemi kalkar bu limandan, ne el sallanır ne de kol...”
Her canlı doğar, yaşar ve ölür. Bu bir tabiat kanunu, ilâhi bir kanundur. Bu kanundan hiç bir yaratık kaçmamıştır, kaçamayacaktır...
Cenab-ı Allah “Her canlı ölümü tadacaktır” diyor yüce kitabımızda. Bu durumda, Romalı Şair Manilius’un dediği gibi doğar doğmaz ölmeye başlarız, ölüme adım adım yaklaşırız. Her geçen gün bizi ölüme bir adım daha yaklaştırır.
Müslüman bir şahsiyet için de en önemli mesele, sonu ölüm olan bu hayatın ardından geride hoş bir sadâ bırakmak olacaktır. Ardımızdan bu hoş sadâyı bırakabilmek ise sevgi, ve hoşgörüye göre yaşantımızı şekillendirmekle olacaktır.
Çünkü bu yalan dünyadan göçüp gittiğinde geride hoş bir sada bırakmak önemli.
Ben de bunun için yaşıyorum.
Düz duracağız…
Düz yürüyeceğiz…
Dik duracağız…
Doğru gideceğiz…
Günümüzde maalesef insanlar elde etmek istedikleri şeyler için her türlü ahlaki değerleri ayaklar altına alabilmekte!
Acaba hiç düşünüyormuyuz? Bunun sonu nereye varacak?
Bugünkü yanlışlarımız yüzünden, bizlere bakıp, bizleri örnek alarak, yarın sokaklarda ne türlü bir nesil boy gösterecek.
Fertlerle ve cemiyetle olan ilişkilerimizde sevgiyi esas tutarak elimizle, gönlümüzle, dilimizle bu topluma ne verebilirsek, kalan o olacaktır.
Hoş bir sada bırakmak umuduyla…

***

Tekin Var’a bit önerim!

Kırşehir Belediyesi’nde uzun yıllar muhasebe müdürlüğünde şef olarak, müdür olarak görev yaptıktan sonra yaklaşık 10 yıl önce Kaman Belediyesi’ne Başkan Yardımcısı olarak başlayan ve halen bu görevini sürdüren Tekin Var’ın beslediği tavuklar yüzünden bitlendiğini üzüntü ile öğrendim.
Kendisini aradım, geçmiş olsun dileklerimi ilettim ve bit durumunu sordum.
“Salihciğim sorma, benim Kırşehir’deki bağ evimin bahçesinde 12 tavuk almıştım. Ama onlar meğerse bitlenmiş. Tavukları bitten kurtarmak için kullanmadığım ilaç ve tedavi yöntemi kalmadı. Hatta iki tavuğumu ilaçlamak istersen kazaen öldürdüm. Beni en çok üzen de gurk olan bir tavuğumun bit yüzünden yumurtaya yatmadığını, toprağa yattığını görmem oldu. Bitlerle uğraşırken ben de bitlendim. Ben bitten çabuk kurtuldum, ama tavuklarımı kurtaramadım. Ne olur bir çare bulun. Yoksa onların göz göre göre ölmesine hiç dayanamam.”
Vallahi Tekinciğim ben veteriner değilim, ilâç satan bayi hiç değilim. Ayrıca ben tavuk besleyen çiftlik sahibi de hiç değilim.
Ama sana nacizane bir önerim olacak. Sana kimsenin önermediği, tavuklarını bitten kurtaracak radikal ve kesin bir çözüm metodu sunuyorum.
10 tavuğunu kes, temizle eşe dosta dağıt. Tabi beni de unutma. Kümesi de yık, yenisini yap. Böylece sen de, kümesin de, o gözün gibi bakıp büyüttüğün köpeğini de bitten kurtarmış olursun.

***

Sevdiğim bir söz!
“Kıskançlık yılan zehrinden daha beterdir. Çünkü yılan zehri sadece bir kişiyi, kıskançlık ise hem başkasını hem de kendisini zehirler.” (Lubbock)

***

Biraz da gülelim!

Mal var kamyonda!

Polis yurtdışına kaçak insan taşıyan komik kamyon şoförüne sorar.
Polis: Ne var kamyonda?
Şoför: Mal var amirim!
Bunun üzerine kaçaklardan biri oradan kafasını çıkararak:
-Sen kime mal diyorsun lan? der.
Polis: Hani mal vardı sen kimi kandırıyorsun?
Şoför: Ee mal olmasa kafasını çıkarır mı?