Kırşehir’in sorunları ve çözümleri üzerine yıllardır kafa yoruyoruz. Eski Kırşehir fotoğraflarıyla ilgili araştırma yaparken paylaşıma açık bir kaynakta, mimar Ali Saim Ülgen’in Salt Araştırma sitesinde, bu konuda yazılmış bir köşe yazısı karşıma çıktı. “Nabız” ismini verdiği köşe yazısında Kadircan Kaflı’nın “Çilekeş Kırşehir” yazısı, 27 Mart 1961 tarihi düşülmüş bir yazı ama bugün karşılaştığımız ana sorunların o yıllardan beri çözüm beklediği duygusu uyandırdı bende. 
Yazıyı “Kırşehir Çiğdem” Gazetesi okurlarının takdirlerine sunmak, aramızda mı, değil mi bilemediğim, bu nedenle kendisinden izin alamadığım Kadircan Kaflı’nın affına sığınarak paylaşmak istiyorum: 
 “Türkiye Ansiklopedisi” isimli eserde Kırşehir bahsi şöyle başlıyor:
“Nevşehir’in Kırşehir kazasının merkezi olan 16696 (1955 sayımı) nüfuslu bir kasabadır.”
Kırşehir bir kaza merkezi değil vilayet merkezidir. 1954 senesinden önce olduğu gibi şimdi de öyledir. Ama bahis konusu eseri hazırlayanların da hakları var, zira bu eseri 1956 senesinde yazmışlardır, o tarihte Kırşehir bir kaza merkeziydi, siyasi sebeplerle parçalanmış, bazı kazaları Ankara’ya verilmiş, kendisi ve birkaç kazası da Nevşehir’e bağlanmıştı. Bu bir acı hatıradır. İş başındaki partiye rey vermeyenlerin toptan cezalandırılmaları da, (bunun) mümkün olduğunu (yaşandığını) unutturmayacak bir hadise…
Batıda Kargasekmez dağları, kuzey doğuda Kervansaray dağları yükselir, bu dağlar arasındaki dar ve uzun vadide Orta Anadolu’nun siyasî kanaat bakımından en çok dikkati çeken uyanık ve mert insanları otururlar; oraya bağlı olan kazalarda da aynı sabır ve sebat örneği ruh vardır. 
Kırşehir eski bir kültür merkezidir, Türk edebiyatına Garipname isimli meşhur eseri veren Aşık Paşa orada senelerce yaşamış, orada son nefesini vermiştir. Bu şehirde ve civarında bulunan bazı Hitit eserlerinden anlaşıldığına göre dört bin senelik bir medeniyet merkezidir. 
Altmış sene evvel basılan Kamus-ül Alem şu bilgiyi veriyor:
“3462 nüfusu, 25 camii, 19 mescidi, 4 medresesi, bir idadiye (lise), bir rüşdiye (orta), iki iptidaiye (ilk) mektebi, birçok sıbyan mektebi (mahalle okulu), bir Ermeni kilisesiyle okulu, 600 dükkânı olan bir çarşısı, eski bir bedesteni, 10 hanı, birkaç türbesi ve bir çeyrek saat mesafede Terme ismiyle ılıcası vardır. Toprakları verimli, bağlık, bahçelik bir bölge... Vaktiyle yün ve tiftikten pek güzel halılar, seccadeler, döşemelik ve perdelik dokumalar, ceviz ağacından kanepe ve sandalyeler yapılırmış.”
Türkiye’nin birçok şehirlerinde o zamana nispetle nüfus birkaç misli, bazen de on ve yirmi misli artmıştır. Fakat Kırşehir’deki artış yalnız bir mislidir, çünkü Kırşehir’den başka yerlere göç vardır. Cumhuriyet devrinde Türkiye’nin pek çok şehirleri fabrikalar ve tesisler kazandı, Kırşehir mahrum kaldı, adeta mertliğinin çilesini çekti. 
Ankara’da oturan bir Kırşehirli bunu belirttikten sonra diyor ki; “İktisadi kalkınma dışında bırakılması yüzünden Kırşehir Vilayetinin yetiştirdiği vatandaşlar başka illere gitmişlerdir, bu gibilerin sayısı Ankara’da altmış bini, Kırıkkale’de yirmi bini bulur. Bu göç Kırşehir için bir yara olmuştur ve hâlâ kanamaktadır. Mert ve çilekeş Kırşehir yeni idareden ilgi beklemektedir.”
Mektubun bu kısmı pek münasip ve haklıdır. Okuyucumuz daha sonra şöyle diyor:
“Kırşehir’de bir takım akılsızların tertipleriyle Atatürk heykeli kırdırıldı. Hâlbuki Atatürk 1920’de, Sivas’tan Ankara’ya gelirken Kırşehir’den geçmiş, bu vilayet halkını pek övmüştür, çünkü onlar hürriyet ve istiklal kahramanının emrine girenlerin ön safında yer almışlardı.”
“Kırdırılan heykelin yerine başkası konmuşsa da, onun kaldırılarak bizzat Millî Birlik Komitesi tarafından başka bir heykelin konulması Kırşehirlileri pek memnun edecektir.”
Ben bunu lüzumsuz görürüm, çünkü Atatürk’ü hatırlatan her şey değerlidir, o heykelin değeri şu veya bu kimseler tarafından konmasında değil, uyandırdığı ve yaşattığı hatıradadır. Eskisini kaldırıp daha büyük ve daha manalı olanın konması isteniyorsa diyeceğim yoktur. 
Kadircan Kaflı’nın yazısı burada bitiyor…
Bu yazıda işaret edilen 1961'deki sorunların 2021'e kadar katlanarak devam etmesinden her Kırşehirli gibi, ben de çok rahatsızım. 
Namık Kemal, geçen yüzyılın başında milletimizin karşılaştığı felaketi;
“Vatanın bağrına düşman, dayamış hançerini
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini” dizeleriyle dillendirmişti.
Bu haykırışa yanıtı, Atatürk’ün Sivas’tan Ankara’ya giderken, Kırşehir’de verdiğini söylerdi büyüklerimiz; 
“Vatanın bağrına dayasın düşman hançerini
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini”…
Evet... Kurtuluş Savaşını veren atalarımız, ülkemizi işgale kalkışanlardan da, ardı arkası kesilmeyen ve yıllar süren savaşlardan da, milletimizi, “kara bahtlı analarımızı” kurtarmışlardı. 
Balkan Savaşları, Birinci Dünya Harbi gibi, büyük kayıpların yaşandığı ardı arkası kesilmeden yıllarca süren savaşlar dönemi bu savaşla bitmişti. Yeni bir dönem, yeni bir savaş başlıyordu. Atatürk 1923’te bunu “Türk milleti, bütün tarihinde savaş meydanlarında birçok zafer taçları giymiştir. Bununla övünür, daima övünecektir. Ancak, bu övünç tacını daha çok süsleyerek milletin başında tutabilmek için, diğer bir alanda da kesinlikle başarılı olması gerekir; o da ekonomidir.” diye ifade ediyordu.
Ancak, Kırşehir özelinde, savaş meydanlarında gösterilen başarıyı ekonomi alanında gösterebildiğimiz söylenemez. Annem rahmetli, son yıllarında kabahati hep kendisinde görürdü; “Siz küçükken, dört kardeş, yaramazlık yaptığınızda, bunaldığımda, ‘dağıldığınızı görür müyüm’ diye ilenirdim, her biriniz bir yere dağıldınız, Allah da beni ayrılığınızla, hasretinizle, özleminizle terbiye ediyor” derdi.
Annem gibi, ekonomik olarak kalkınamamış Kırşehir’in “kara bahtlı anaları” dünyaya getirdikleri evlatları büyüttüler, okuttular, yetiştirdiler, “boş oturma, çalış, hizmet eyle vatana” diye ülkenin dört bir yanına saldılar. Gözlerinden sakındıkları evlatları, iş olmadığından şehir dışına gitti hep. Hatta ülke dışına… Ve hep "ayrılıkla terbiye edildi analarımız"... Sağ, sol, ortanın sağı, ortanın solu, muhafazakâr, “muhafaza-i kâr” siyasetlere, siyasetçilere oy versek de, vermesek de, analarımızın kara bahtlarını değiştiremedik... 
Bunun sosyal, kültürel, tarihî, coğrafî, siyasî, iktisadî birçok sebebi vardır. Sorumluları da vardır. Bugün için ihtiyaç duyulan şey; bunlarla uğraşmak değil, “dalgaların bir tek kayığı, yükselen denizin tüm kayıkları kaldıracağını, yükselteceğini” görebilmemizdir. Gemisini kurtaran kaptan olmak başarı değildir. Bir kişinin, birkaç kişinin kendisini kurtarması değildir sorunumuz. Her evladımıza, her gencimize yeteneklerine uygun eğitim verip, uzmanlaştığı alanlarda iş yaratmamızdır. 
Bunun için de, “şapkayı önümüze koyup”, kişileri çekiştirme darlığından kendimizi kurtarıp, olaylardan, yaşananlardan dersler çıkararak, ekonomi alanındaki savaşlarımızı neden kazanamadığımızı konuşmalı, tartışmalı, “yaratıcı düşünceler”le uygulanabilir çözümler bulmalı, tüm enerjimizi, kaynaklarımızı bulduğumuz çözümlere yönlendirebilmeliyiz.
Analarımızın ayrılıkla terbiye edildikleri bir kara baht, “Çilekeş Kırşehir”in çilesi olmamalıdır.

(Not: Kadircan Kaflı alıntı yaptığı eseri ve alıntıladıklarını tırnak içine alarak yazmış. Bugün, profesör olmuşların çoğunun bile, bu denli titiz olmadığını düşünürsek, anlamlı bir hassasiyet.)