Baharın geldiğini fark edişimiz havaların ısınmasıyla, günlerin uzamaya başlamasıyla, artık eskisi kadar yağmasa da karların erimesi ve doğanın yeniden canlanması ile oluyor elbette. Babaannemin “Cemre havaya düştü, suya düştü, toprağa düştü” diye telaşlanmaya başladığı günlerden sonra çok geçmez çiğdemler kapımızın önünde kurulan pazar yerinde tezgâhlarda boy gösterirdi. Bizler de bademler çiçeğe durmadan çiğdem derdine düşerdik. Üç beş dönüm bahçe içi evlerle dolu bir mahallede olmamıza rağmen çiğdem toplamaya Kümbetaltı, Değirmenderesi, Kındam tarafına gitmemiz gerekirdi. Şimdilerde oralarda boy veren apartmanlar ocaklarını yok etti, çiğdemleri yerlerinden ettiler.
Okul arkadaşım Mithat Mutlu’nun paylaştığı çiğdem fotoğrafları üzerinden çok geçmedi, çam ve ladin ağaçlarının kar yığılı fotoğrafları birçok arkadaşımın sosyal medya paylaşımına yansıdı. Küresel ısınmanın, sera etkisinin sonucu mudur nedir, mevsimlerin pusulası şaştı. Memlekete, Kırşehir’e bahar geldi derken, şehir merkezine de, çocukluğumuzda, bugünlerde pazara inmesini beklediğimiz çiğdemlerin üzerine de 35-40 santim kar yağmış.
Çiğdemlerin karlar altında kaldığı bugünlerde gazetemiz “Kırşehir Çiğdem” 45’nci yaşını kutluyor. Yerel gazeteciliğin ezici sorunlarla boğuştuğu bugünlerde düşen kar tanelerine, soğuğa, ayaza direnerek baş veren çiğdemler gibi bir yandan ayakta durmaya, bir yandan da bahara, güzel günlere haber taşımaya devam ediyor. Kırşehir’in yerel gündemine ses, memleketin baş döndürücü gündemine pusula olmaya çalışıyor. Aynı sayfalarda yazı paylaştığımız bağrından çıktığı memleketin sorunlarını haberleştiren gazete emekçilerinden, bu sorunlara karşılık beklemeksizin çözüm üretmeye, ses, nefes olmaya çalışan düşün ve yazın insanlarına kadar “Kırşehir Çiğdem”e emeği geçenlere bu vesileyle eski bir okuyucusu olarak “teşekkür” etmeyi görev bilirim.
Kayınpederim Orhan Baycan yıllarca “Kırşehir Çiğdem”de köşe yazarlığı yapmıştı. “Neden Kırşehir Çiğdem” diye sormuştum. “Kurucuları Çiğdem Köyü’nden” demişti. Sonradan aramıza yapay bir sınır çizmiş olsa da Kırşehir’in ayrılmaz bir parçası olan Hacıbektaş’ın köylerinden birisi Çiğdem Köyü. Çocukluk yıllarımızda, okul için hazırlanırken, TRT’de “Halk Hikâyeleri” isimli programda, bir halk türküsünün öyküsünde yer alan “Yoldan geçen yolcu gardaş/Ben kimlere olam sırdaş/Kırşehir'de Hacı Bektaş/Mevlam şu taşa bir can versin” dizelerinde dillendirildiği gibi Hacıbektaş-Kırşehir birlikteliğinin bugünlere uzanan görünümüdür “Kırşehir Çiğdem”.
Bugün şöyle düşünüyorum da Ahi Evran-ı Veli’yle, Hacı Bektaş’ı Veli’nin et tırnak olduğunu bilenlerin Hacıbektaş’ı Kırşehir’den nasıl ayırdıklarına hala hafızam el vermiyor. Kağıt üstünde ayırsalar da gönüllerde hep iç içe, birlikte.
O vesileyle neredeyse 40 yıldan beri de, bazı dönemlerde abonesi olarak, internet ortamında yayın yapmaya başladığından bu yana ülke gündemine ilişkin haberler yanında memleketimin yerel gündeminin takipçisi olarak “Kırşehir Çiğdem” okuyucusuyum. Memleket sorunlarına duyarlı, çağdaş, ilerici, dengeli, ilkeli haberciliğiyle her türlü övgüyü hak ettiğine inanıyorum. Ama asıl övülecek yönü “şehrimizin hafızası” olabilecek devamlılığı göstermesidir. Yayın hayatının maddi zorlukları nedeniyle birçok badire atlatmasına karşın ismini de, ilkeli yayımcılığını sürdürmeyi başardığına hep birlikte tanık olduk.
“Kırşehir Çiğdem” için ilk yazım, “Terme Taşı”nı, görevde olduğum yıllarda Belediyemiz eski başkanlarından Orhan Baycan’ı kaybettiğimizde yazmıştım. Emekli olduktan sonra memlekete bir vefa borcu olarak birikimlerimi, anılarımı, duygularımı, düşüncelerimi bu mecrada paylaşmaya çalıştım. Yazılarımı beğenen oldu, beğenmeyen oldu, okuyan oldu, okumayan oldu, öven oldu, eleştiren oldu. Ama yazı yazmak için bilgisayarımın başına oturduğumda yazdığım her bir satır, kurduğum her bir cümle, her defasında benim için memleket havasını ciğerlerime doldurmama vesile oluyor.
Hayatını gurbette geçirmiş bir Kırşehirli olarak “memleket havası” deyince birçok kez anlattığım fıkrayı anımsadım. Temel Almanya’ya aracıyla gelen İdris’in aracın tekerine bıçağı saplamış. İdris “ne yapıyorsun yahu” demiş şaşkınlıkla… Temel aldırmadan bıçakla yardığı tekere ağzını dayamış “ohhhh” demiş “memleket havasını özlemişim”… 
“Kırşehir Çiğdem”, bizler için, gurbette yaşayan hemşerilerimiz için burnumuzda buram buram tüten “memleket havası”dır. Kırşehir’de yaşayan hemşerilerimizin sorunlarını seslendirecek, çözüm yollarını tartıştıracak nefes borusudur. Olana bitene, doğana yitene sestir. Hepimizin gözüdür, kulağıdır, dilidir.
Siz, okurlarımıza, dostlarımıza, arkadaşlarımıza ulaşabilmemize, düşüncelerimizi, birikimlerimizi paylaşabilmemize değerli bir olanak sunan “Kırşehir Çiğdem” Gazetesinin Kırşehir sevdalılarının katkılarıyla şehrimize önemli yararlar sağlamaya devam edeceğine inanıyorum. 
1970’li yıllardan bu yana şehrimizin gündemini, sorunlarını, sevinçlerini, üzüntülerini kayda alan, hafıza kazandıran böyle bir girişime vesile olanlara ve bugüne kadar gelmesine katkısı olanlara teşekkürü borç bilir, gazetemizin kaybettiğimiz basın emekçilerine rahmet dilerim.