Yiyorum- içiyorum, yatıyorum-kalkıyorum, ağlıyorum-gülüyorum ama bir şeyler eksik.
Sosyal medya da yazıyorum, yazılanlara-çizilenlere bakıyorum bir şeyler eksik.
Kutuplaşan insanlara bakıyorum, kendimce bir şeyler yapmaya çalışıyorum hep bir şeyler eksik.
Bu eksik ruh halini tanımlamak o kadar zor ki;
Uyanıklıkla uyuşukluk hali gibi, sanki tansiyonunuz düşmüş ve gözlerinizin önünde yıldızlar uçuşuyor ve siz öyle halsizsiniz ki, kalkıp bir bardak su içmeyi becerebilseniz, belki iyi gelecek ama kalkamıyorsunuz. Sonra bir bakıyorsunuz; ne çok bina, ne çok araba, ne çok insan var: Ama kimsecikler yok.
Oysa havada uçuşan ne çok ses var. Bir kulak vermek gerekiyor diyorsunuz ama tahammülünüz de yok. Hem “önce beni onlar duysunlar, benimde canım var’’ diyorsunuz.
Yanınızda-yörenizde insanlar var ama size bakmıyorlar. Siz onlara seslenmeye çalışsanız da, sesiniz cılız kalıyor. Sonra bir bakıyorsunuz çok insan var, hiç ses yok. Tamam, bu sessizliğe sesimi duyururum diye umutlanıyorsunuz. Ama onlarda birbirlerine bakıyorlar. Yine anlıyorsunuz ki, bunlar kendilerini hiç yormayacaklar.
Yine bakıyorsunuz. Bir daha, bir daha. Ne çok insan var. Bunların suratları çok kızgın, aman yanlış anlamaya müsait bir halleri var. Bir bardak su istesem, kızdıkları şey her ne ise, acısını benden çıkarırlar diye düşünüyorsunuz. Acaba neye kızmış olabilirler ki, sormaya da gücünüz yetmiyor. Yetse, sanki umursayacakmışsınız gibi.
Tansiyonunuz hızla düşüyor, kalp atışınız yavaşlıyor. Diğer tarafla bu tarafın arasında bir yerlerde duruyorsunuz. Bu kez helalleşmeden gitmek olmaz, bir helallik almalı, onu nasıl yapmalı diye düşünüyorsunuz.
Tamda bu anda, son gücünüzle çaresizliğinize kızıp kendinize geliyorsunuz. Evet, “seni diriltecek yine sensin.” Cılız seslerin içinde boğulduğu kalabalıklardan sana hayır yok. “Önce onlardan uzak dur” diyorsunuz, sanki sizin onlara bir hayrınız varmış gibi.
Biz bu ülkede, bu dünyada ve hatta bu evrende yaşayan iki ayakları ve bir kafası olan canlılar bir araya geldiğimizde; kalabalıkları mı, yoksa toplumu mu oluşturuyoruz?
Millet kavramında en azından benim bildiğim, içinde ortak duyarlılıkları olan insanların bir araya geldiği topluluklardır. Yani sevinçte, tasada içten gelen iyi duygularla duygulanmamız gerekmez mi?
Peki, o halde neden bazılarımız çok mutlu, bazılarımız çok mutsuz. Bazıları çok kızgın, bazılarımız çok neşeli. Bazılarımız çok dost gibiyken, bazılarımız çok düşman. Burada bir yanlışlık olmalı, bir şeyler eksik olmalı. Yoksa aynı ülkede yaşayan insanlar, nasıl bu kadar farklı duygularda olabilirler? Birbirimizde sevinç tavan yapmışken, diğerimizde taban, bu bipolar ruh halinin tanımı ama bu halimiz sağlıklı duygu geçişinde olan insanlar kalabalığı değil. Bir şeyler eksik, bir şeyler yanlış yapılmış olmalı.