Önümüzde yerel seçimler olduğundan bu bahaneyle, seçimlerin insan psikolojisinde gösterdiği etkiyle ilgili düşüncelerimi paylaşmak isterim.
Bunun için, önce teorik bilgileri bilmek gerekir.
Nedir teorik bilgi; seçimler kaç yılda bir yapılır, hangi partiler girer, oy dağılımı sonuçlara nasıl yansır, sandık görevlileri kimlerden oluşur, seçim kurulunun görevi nerede başlar ve nerede biter? Sonra seçim kurulları nihai kararları neye göre verir?
Yukarıda saydıklarımı seçmen konumunda olanlar aşağı-yukarı biliyor varsayalım. İşin teorisini merak edenler biraz araştırsınlar; hem merak edilen konular araştırılırsa daha iyi öğrenileceğinden, böyle bir araştırmaya aracı olabilmişsem de kendimi iyi hissederim.
Şimdi, oylarımızı kullanmanın güzel bir vatandaşlık hakkı olduğunun hakkını verelim.
Şöyle ki, hani işimiz düştüğünde bin bir umutla, yana yakıla siyasette bir noktaya gelmiş yetkili ve etkin birilerinin referansı gücü ile işlerimizi kolaylaştıracak kişilerin kapısını aşındırırız. Bu duruma halk arasında ‘dayısı olan işini yaptırıyor’ derler ya. Ha işte, biz o dayıları bu seçimlerde kendi ellerimizle seçiyoruz. Bu kez o dayı adayları (siyasetçiler) bize muhtaç. Neden zevkli bir vatandaşlık hakkı dediğimi şimdi daha iyi anlamışsınızdır.
Şu an bu konuda çok kaba olduğumu fark ettim, sizde fark etmişsinizdir. Hem de bu kabalığı, o ağır ağabeyler, ablalar, kardeşler sırf bizlere hizmet etmek için fedakarlıkta bulunmuyorlar mı, sırf bizler daha yaşanası bir kente kavuşalım diye gece gündüz kapı kapı dolaşmıyorlar mı? Belki de ailelerini bile yönetmeği dert etmedikleri halde bizim için kendilerini feda eden insanlara karşı.
Yeniden şimdi, basitçe seçimin aritmetiğine Kırşehir özelinde bakacak olursak bizler varız. Seçmenler olarak bulunduğumuz kentin çeşitli mahallelerinde ikamet ediyoruz. Birde seçilme adayları var. Bugünlerde sadece aday adaylar. Yerelde muhtar adayları var, onların azaları var. Belediye başkan aday adayları, belediye meclis üyesi aday adayları var. Bir de il genel meclisi üyesi aday adayları var.
Muhtarlar ve varsa bağımsız giren adaylar hariç, tabi ki mevcut siyasi partilerde adayını tüzüklerinin işaret ettiği şekilde göstereceklerdir.
Soru şu, biz seçmenler oy kullanma tercihlerimizi nasıl yapıyoruz?
A veya B partisine sempati duyduğumuz için mi, A veya B Partisinin adayına sempati duyduğumuz için mi? Yoksa genellikle medyanın bizi yönlendirmesi ile mi? Ailemizin geleneksel tercihi olduğu için mi, içinde bulunduğumuz sosyal çevrenin etkisinde kaldığımız için mi … oy verme tercihimizi belirliyoruz?
Bir de herhangi bir partinin üyesi olan seçmenler var. Onlar zaten üye oldukları partiye oy vermek zorundalar. Daha vahimi seçimler boyunca yöneticilerinin verdiği ödev ve sorumlulukları yerine getirmek zorundalar. Bu arada aday adayları kesinleşmeden kendi istedikleri adayları belirleyecek ya da bu konuda söz söyleme hakları da var. Tabi bu haklarını kullanmak iradesine ve parti içi demokrasi anlayışının pratiğe geçmesi ile ilgili bir kabulleniş alt yapısının da mevcut olması gerekiyor.
Esas konumuza gelirsek, diyelim ki biz: ‘A Partisinin sempatizanıyız ama B Partisinin göstermiş olduğu adayı beğeniyoruz. Kararımızı verirken belki canımız sıkılacak. Bu durumda üç seçeneğimiz kalıyor. Seçenek 1-Sempati duyduğunuz partiye, 2- Partiden vazgeçip beğendiğim adaya, üçüncü seçeneği sakın denemeyin, öyle ya da böyle bir karar verip gidip vatandaşlık görevinizi ifa edin. Size bir sır vereyim mi, oylar kapalı olarak kullanılıyor. Paşa gönlünüz kime istiyorsa ona oyunuzu verin J ’
Oyumuzu sandığa attık. Vatandaşlık görevimizi yerine getirdik. Artık beklentimiz ne? Tabi ki oyumuzun boşa gitmemesi, yani oy attığımız partinin/kişinin iktidar olmasını bekleriz. Hür irademizle oy verebilmişsek tabi.
Ama genellikle seçimlerde bilinçli vatandaş oyunu, verilen/verilecek hizmetin kendisine hitap edebilmesini esas alarak kullanır. Önemli bir bölümü kim kazanacaksa ona oy verir. (Ki bunun psikolojide bir adı var, yanlış anlaşılır diye de yazmıyorum.) Gücün bir parçası olduğunun hayaline kapılarak yaşam standartlarının olumlu yönde değişeceğini sanır.
Yine bir bölümü de tıpkı bir piyango biletini alan kişinin kendini çekilişler açıklanıncaya kadar zengin, bu durumda da sandıklar açılıncaya kadar iktidar olacağını sanır. Böylece sonuçlar açıklanıncaya dek, yani kelebeğin ömrü misali kısacık bir hazla yetinmek durumunda kalır/bırakılır.
Şairinde dediği gibi: ‘Ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim.’
Bu durumda : ‘Ben senin iktidar olma ihtimalini sevdim demiş olur.’