Garib-nâme, Oğuz Türkçesinin ilk eserlerinden olması özelliğinden dolayı onu Göktürk anıtları ile karşılaştırmak mümkündür. Batı Türkçesiyle yazılmış ilk hacimli eserdir.  Eser, zamanın sosyal, kültürel, dinî, fikrî hayatına ayna tutmaktadır.

Âşık Paşa, yaşadığı yıllarda çağdaşı âlimlerin Türkçeyi az kullanmalarından mustarip olur. O, çağdaşlarının aksine Türkçe konuşur, Türkçe yazar.

Âşık Paşa’nın yaşadığı çağda ilmi eserler Arapça, edebi eserler Farsça yazılır. Arapça din bilimi olarak Farsçadan üstün tutulur. Halk Türk olduğu hâlde Farsçanın resmi dil, Arapçanın ilim dili olarak kabullenilmesi bu dilleri bilmeyenlerini zor durumda bırakır. Bu dönemde Türkçeye ilk sahip çıkanlardan biri de Âşık Paşa olur. Selçuklunun başkenti Konya’da Fars dili ve kültürü yaygın olmasına karşın Kırşehir’de yaşayan,  Ahmed-i Gülşehri, Yunus Emre ve özellikle Âşık Paşa Türkçe yazarak Türk dilinin hâkimiyeti hususunda mücadele etmişlerdir.

Türk edebiyatı tarihinde meşhur olan Âşık Paşa, bırakmış olduğu eserleriyle adını ebedileştirmiştir. Selçuklular zamanında şair ve yazarların çoğunluğu eserlerini Farsça yazarken; O, en önemli eseri “Garib-nâme”yi, ana dili olan Türkçe yazar ve Türkçenin kullanılması hususunda mücadele verir.

Öncelikle Âşık Paşa’da “dil” ve “gramer” bilinci vardır. Türkçe, -Karahanlı dönemini ayrı tutarsak- iki yüz yıla yakın bir zamana kadar Arapça ve Farsça egemenliği olur. Bundan dolayıdır ki Âşık Paşa Türkçe eser yazmakla dil bilincinin savunucusudur.

Çok rahat bir şekilde Âşık Paşa’ya “genel dil bilimci” denir. Çünkü batılı dil bilginleri “dilin oluşumu/ortaya çıkışı” konularını ancak XVIII-XIX. yüzyıllarında inceleyebilmişlerdir. Oysa Âşık Paşa bu konuları onlardan dört-beş yüz yıl önce dile getirmiştir. Âşık Paşa’nın o yıllarda bile morfoloji(şekil bilgisi) üzerinde yerinde görüşler savunduğunu araştırmalardan öğreniyoruz.

Âşık Paşa XIV. yüzyıl Türk dili edebiyatının gelişmesinde değerli hizmetleri bulunan biridir. Onun Türkçeciliği, sade Türkçesiyle eserler yazmaktan ibaret kalmamıştır. Türkçe yazmanın bilincine ermiş, Türkçeye değer vermekteki isabet ve ehemmiyeti bilhassa belirtmiştir. Âşık Paşa, Garib-nâme adlı eserinde, bu eseri bilhassa Türk dili ile yazdığını söylerken:

                                               Türk diline kimsene bakmaz idi,

                                                     Türklere hergiz gönül akmaz idi.

                                                     Türk dahi bilmez idi bu dilleri,

                                                     İnce yolu ol ulu menzilleri.

Gibi mısralar sıralamak lüzumunu duymuştur.

Âşık Paşa, ortaya sürdüğü fikirle devlet dilinin Türkçe olmasını ister. O, Türkçe üzerinde durur, eserini Türkçe yazdığını ve Türkçeye önem verilmesi gerektiğini, her hususta Türkçenin Arapça ve Farsçadan geri kalan bir dil olmadığını hemen her eserinde anlatır.

Âşık Paşa, her dilin kayıt altına alındığını, fakat Türkçenin bundan mahrum bulunduğunu, hatta dil ilmini Türklerin de bilmediğini, eserini sırf bu sebepten yazdığını söyler. Okuyucularına Garib-nâme’sinde manalar bulup hikmetlere kavuşmalarını istemektedir. Böylece Türklerin okuyup öğrenmeden mahrum kalmamalarını, Hakk’ı kendi dillerinden anlamalarını, aslında gerçek menzile erenlerin gönlü olduğunu, Türkçenin de doğru haber söylediğini fakat hiçbir dil ile gönle ulaşılamayacağını, her dilde bilen için manalar bulunduğunu ve her yolun Hakk’a götürdüğünü haber vermektedir.

Özetle Âşık Paşa ilgili araştırma yapan bilim insanlarının ortak görüşü:“Türk diline büyük hizmette bulunan, Türkçeye ilk sahip çıkanlardandır. Zira onda her şeyden önce bir dil ve gramer fikri vardır”tezini savunurlar.(Yavuz – Karaismailoğlu, 2012: 93,94)