“Bir gün Türk kültür hazinesinin kaynağını aramaya çıkanlar,

mutlaka Kırşehri’ne uğrak vereceklerdir.” Cevat Hakkı TARIM

                XIV. Asır Türk mutasavvıf ve şairlerinin meşhurlarından olan Âşık Paşa, 1272 yılında Kırşehir’de dünyaya geldi. XIII. Asırda Horasan’dan gelip Anadolu’ya yerleşen nüfuzlu, mütedeyyin bir aileye mensuptur. Türk dilinin ses bayrağını Kırşehir’den açmıştır. Türk dili ve edebiyatının gelişmesinde önemli hizmetleri olmuştur.

                 “Âşık Paşa” adı, asıl adı değil, mahlasıdır. Gerçek ismi Ali’dir. Garibname’de belirtildiğine göre “Âşık” ismi, ledün ilmin de hocası olan “Hızır Peygamber ” tarafından verilmiştir. Bunu,                 “Ol ledün issin Hızır Peygamber / Ana Âşık diyü hitab eyler” beyitlerinden anlamaktayız. Paşa ise, eski Türkler büyük kardeşe “beşe” veya “başağa” derlerdi. Zamanla “beşe” veya “başağa” halk tarafından paşa olarak kullanılmıştır, yoksa herhangi bir resmi unvanı belirtmemektedir. Buradaki “paşa” gönül sultanı olmalıdır.

                 Âşık Paşa, esmer tenli, uzun boylu, tatlı dilli, ay yüzlü,  Mahbub-u Âlem Efendimiz’in ahlakıyla ahlaklanmış gönül ve mana sultanıdır.

                Âşık Paşa, Anadolu Selçuklu devletinin sonunu görmüş, Osmanlı devletinin kuruluş yıllarında önemli görevler almıştı.  Ertuğrul Gazi, Âşık Paşa’yı sayar severdi. Osman Gazi de beyliğini ilan ettiğinde yanında Âşık Paşa vardı.

                Âşık Paşa,  gönül Sultanı, Şeyh Süleyman Türkmani’den zahir ve batın ilimleri öğrendi. Şair ve mutasavvıflığının yanında, Arapça, Farsça, Ermenice ve İbranice dillerini de iyi bilmektedir. O, ölü kalpleri, susamış gönülleri, Hak ve hakikate aç akılları, imanın ve Kuran’ın ilmiyle aydınlatmış eşsiz bir irfan abidesidir. O, inancı ve yaşayışıyla tam bir ruh ve mana kahramanı ve başkalarına da güzel örnek olan bir iman ve mefkûre insanıdır. Hakk rızasına kilitlenmiş, Hakk’a âşık olmuştu.  Âşık Paşa’nın ilim ve tasavvuf hayatında Ahi Evran Veli, Hacı Bektaş Veli, Mevlana ve Yunus Emre gibi Hakk dostlarının da etkileri olmuştur. Âşık Paşa bir süre Mısır’da elçi olarak görev de yaptı. Tasavvufta ehlisünnet görüşünü sabır ve samimiyetle hayatının sonuna kadar devam ettirdi.

                Türk edebiyatı tarihinde müstesna bir yeri olan Âşık Paşa, bırakmış olduğu eserleriyle adını ebedileştirmiştir.  O devirde devletin resmi dili Farsça, bilim dili Arapçaydı. Selçuklular zamanında şair ve yazarların çoğunluğu eselerini Farsça yazarken; o ise en önemli eseri Garibname’yi, ana dili olan Türkçe yazdı ve Türkçenin kullanılması hususunda mücadele verdi.

                12.000 bin beyitlik ahlaki, tasavvufi ve didaktik eseri “Garibname”yi mesnevi tarzında ve Türkçe yazdı. Âşık Paşa, hayatını tasavvuf yörüngeli yaşamış bir velidir. Garibname’de Mevlana ve Yunus Emre’nin tesiri görülmektedir. Bu eseri, insanlara muhabbetullahı gönüllerde ve vicdanlarda uyandırmak ve Yüce Yaratıcıya kul olma şuuru ile yazdı.  Geniş bir halk topluluğunun okuyup istifade etmesi için Türkçe olarak kaleme aldı. Konya’da Fars dili ve kültürü yaygın olmasına rağmen komşu il Kırşehir’de yaşayan,  Ahi Evran Veli, Ahmed-i Gülşehri, Şeyh Süleyman Türkmani ve özellikle Âşık Paşa Türkçe yazarak Türk dilinin hâkimiyeti hususunda gayret sarf etmişlerdir.

                Hakikatli bir âlim “Dil birliği,  vatan birliği, millet birliğini temin eder” der. Âşık Paşa, Türk diline verdiği önemden dolayı gönüllerde taht kuran bir alperendir.  Zamanındaki âlimlerin Türkçeyi az kullanmalarından muzdaripti ve bu muzdaripliğini içi yanarak şu mısralarla dile getiriyordu:

                                                              Türk diline kimsene bakmaz idi,

                                                              Türklere hergiz gönül akmaz idi.

                                                               Türk dahi bilmez idi bu dilleri,

                                                               İnce yolu ol ulu menzilleri.                                                   

                Âşık Paşa’nın yaşadığı zamanlarda Kırşehir, gerek tasavvufi yönden gerekse ekonomik yönden güzide illerden biriydi. Ahmed-i Gülşehri, Caca Bey, Kaya Şeyhi, Süleyman Türkmani, Hacı Bektaş Veli, Ahi Evran Veli gibi âlim ve gönül dostlarının Kırşehir’de bulunması Kırşehir’i nerdeyse başkent Konya kadar önemli bir belde haline getirmişti.       

                Aşık Paşa başka ediplere de tesir etmiştir. Örneğin, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inde (Vesiletü’n-Necat) Garibname’nin izleri görülmektedir. Mevlid’deki birçok beyitin, Garibname’deki beyitlere bire bir benzediği görülmektedir. Prof. Dr. Kemal Yavuz’un araştırmalarına göre, Yazıcıoğlu Mehmed, Kaygusuz Abdal, Eşrefoğlu Rumi, Baki, Şeyh Galib, gibi ünlü şahsiyetlerde de Âşık Paşa’nın etkisi görülüyor. Ayrıca şairlerden Ahmedî ve Nabi gibi zatlar da hikmet yönüyle Âşık Paşa’ya müntesiptir.

               

                Şimdi yedi asır önce yazılan Garibname’den orijinal şekli ile birkaç dörtlük aktaralım:

Evvel bize vacib olan

Allah adın anmakdürür

Anun adın zikr idelüm

Ol kim kamu müştakdürür

Evvel dahi oldur kadim

Ahır dahi oldur Mukim

Oldur Kerim oldur Rahim

Oldur kim ol Razzak’dürür

İki cihan yaradan ol

Ay ü güneş yüriden ol

İns ü melek düriden ol

Öyle kim ol Hallak’dürür

Oldur Ahad oldur Samed

Oldur ezel oldur ebed

Ol bîhisab ü bîaded

Oldur ki şeksiz Hakdürür

               

                Âşık Paşa, kimsenin eksiği gediğiyle uğraşmaz, kötülüğü iyilikle savar, kimseyi kırmazdı. O tavırları ve davranışlarıyla herkesle uyum içinde olmuştu. O, herkese sinesini açmış, halk içinde sıyanet meleği olmuştu.   Âşık Paşa, dini, ülkesi, ülküsü için hizmet eden herkesi sevmişti. Başkalarının düşünce ve hareketlerine karşı hep saygılı kalmış,  insanlarla uyum içinde yaşamıştı.   Başkalarının mutluluğu yolunda kendi saadetini feda etmiş, kimseden teveccüh beklentisine girmemiştir. En kritik durumlarda bile aklıselimle hareket etmiş, doğru bildiği şeylerden taviz vermemişti.

                Hakk aşığı, Âşık Paşa, altmış üç yaşında Hakk’a yürüdüğü gün, güneş ve ay tutulmuştu. Engin hoşgörü anlayışı, insanları din, dil ayrımı yapmadan sevgiyle sinesini açtığından dolayı bütün insanlar bu alperenin arkasından derin üzüntülere gark olmuşlardı. Hatta Ermeni, Yahudi ve Nasranîler dahi “Şeyhimiz hani?” diye ağlamışlardı.

                Âşık Paşa şairliğinden ziyade şeyhliği, sufiliği ile öne çıkmış halkın gönlünde taht kurmuştur. Garibname’nin en önemli özelliği, samimi bir gönlün inanış ve görüşlerinin kayda geçmesidir. Garibname Türk tasavvuf edebiyatının en tesirli eserlerinden biridir. Eserin sade bir Türkçe ile yazılması geniş halk kitlelerinin bu eserden daha fazla istifade etmelerini sağlamıştır.

                Asırlarca Osmanlı Devleti’ne başkentlik etmiş olan İstanbul’da da bugün onun adını ebedileştiren ve torunlarından Âşık-paşazade tarafından yaptırılan “Âşık Paşa Camii” ve “Âşık Paşa Mahallesi”nin bulunması, halkın ona karşı olan sevgisinin devam ettiğinin delilidir.

                Bugün Kırşehir’de “Âşık Paşa” ismini taşıyan bir mahalle, semt pazarı, mesken isimleri, ticari kuruluşlara verilen isimler,  mezarlık, üniversite kampusu, ilköğretim okulu, özel hastanesi, spor salonu vardır. Kırşehir insanın bu Hak dostu, gönül insanına bağlılığı, isminin kıyamete kadar yaşayacağının göstergesidir.

               

Bibliyografya:

Nihad Sami Banarlı, Türk Edebiyatı Tarihi, c.1. /Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergâh Yayınları, c.1./ TDV, İslam Ansiklopedisi, c.4./Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, c.2./ Necla Pekolcay, İslami Türk Edebiyatı. /Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar./ Enver Behnan Şapolyo, Kırşehir Büyükleri. /Ahmet Günşen, İlk Türkçecilerden Kırşehirli Âşık Paşa.