Fırıncılar kazan kaldırdı, saray bu işin çözümü yerine aba altında sopa gösterirken, fırıncı da ekmek küreğinin sapını kırarak kapı arkasında sipere yattı.
Bizler vatandaş olarak hangi cephede taraf tutsak kaybeden yine bizler oluyoruz. Fakirin yiyeceği ekmekle siyaset yapmak ne kadar doğru bilemem. Büyüklerimiz ekmek vurgununda nasıl bir politika izleyeceğini henüz kestirememenin şaşkınlığı içerisinde.
Kırşehir’de eskiler bilir, Askerlik Şubesinin yanındaki parkın yerinde TMO yer alırdı. Sayısını kesin bilemiyorum, her biri otuzar metre yüksekliğinde yan yana aynı NASA üssü gibi yükselen devasa silolar vardı. Üst üste konanlarla beraber, tepesine bakanın şapkası düşecek yüksekliğe ulaşan bu silolar hasat zamanı tıka basa dolardı.
O tarihlerde tarım şimdiki gibi modern aletlerle değil, pek çok çiftçimiz karasabanla ekim yapar, orak ve tırpanla hasat ederdi. Bazı bölgelerimizde hasat mevsimi kış aylarına kadar devam ederdi. O mahsullerin ununda yapılan ekmeklerin tat ve lezzeti bambaşka idi.
Anadolu’nun yıllarca geleneksel ve denenen GDO’suz tohumları kullanılır ve ne gübre ne de ilaç atılırdı toprağa. Eksi maya ile mayalanır ve odunla ısıtılan taş fırınlarda pişirilirdi. Sabahları şehrin her tarafına mis gibi koku yayılır ve ekmeğin çıkısını bilirdi duyardı.
Kırşehirli kadınlar hamarat ve çalışkandı, (Çalışkandı diyorum şimdiki gibi alışkan değildi) kışlık ekmeklerini kendileri yapar, her zaman değil de bazen somun yenirdi kahvaltılarda. Yasin günleri diye kapı kapı dolaşılmaz, kısır toplantıları yapılmazdı.
Genellikle tandırı ve yufka açacak malzemesi olmayanlar ve o kültürü almayanlardı somunların muadilleri. Yasin ve kısır toplantıları yerine, imece usulü kışlıklarını hazırlarken, kışlık yufkalarını da yaparlardı. Kış mevsiminde de halı, kilim ve değişik el işleri yaparak ev bütçesine katkı sağlarlardı.
O zamanlarda Kırşehir’de üç veya dört fırın vardı. Talebeliğimde ve gençlik yıllarında, çemenci Ali’nin çemeniyle öğle yemeğini savuştururduk. En ucuz yiyecek, yani talebe ve amele yemeği pastırma ve helva olurdu. Üstü pilavlı kuru fasulyenin 1,50 kuruş olduğu lokantalarda ekmek sepeti dolu olur ve ekmeğe para alınmazdı. Şimdi geriye doğru gidip yıl yıl ekmek fiyatlarına bakalım.
1950 -900 Gram-30 Kuruş
1957-570-Gr-30 KR: 1970-620-Gr 80 KR: 1981-515-Gr 9,53 TL
1958-625-Gr-30 KR: 1971-590-Gr 100 KR: 1982-435-Gr 12,60 TL
1959-950-Gr-70 KR: 1973-950-Gr 200 KR: 1984-420-Gr 27,30 TL
1960-860-Gr-60 KR: 1974-830-Gr 200 KR: 1996-300-Gr 21,60 TL
1962-710-Gr-60 KR: 1975-680-Gr 2,50 TL: 1997-200-Gr 28,00 TL
1963-620-Gr-70 KR: 1979-555-Gr 4,00 TL: 99-2011-60 ila 80 TL
1968-625-Gr-75 KR: 1980-480-Gr 7,50 TL: 2013-250-Gr 1 TL arası.
Bir TL olması sıfırların atıldığı yıllara rastlar ki yani o zamanın parasıyla 100 TL. Bilmeyenler için çok enteresan geliyor değil mi?
Ekmek ve ekmek yapılan mahsuller, Anadolu insanının ana temel gıdası. Anadolu kadınınınkilerinde olan bir avucundan 30 çeşit yemek yapılırdı. Şimdi öpülecek o nasırlı ellere sahip kaç kadın kaldı?
Tarım tabana çarptığı zamanımızda, ekmek teknelerine nasıl bir uygulama getirilecek ki, halkın tek gıda maddesi ve ana yiyeceği olan kaç gram altına takas edilecek, bunu zaman gösterecek diye beklemek yerine en kısa zamanda bu konu çözülmeli.
Herhangi bir etkisiz yetkili her ne kadar da yılbaşından önce zam yok dese de pekte aldırış eden olmadığı yapılan zamdan, ya da gramajından kırpılarak durumu kurtarmaya çalışan fırıncılara da biraz insaf ihsan eylesin Allah’ımız.