Doğup büyüdüğümüz, öğrencilik, gençlik ve çalışma hayatımızın geçtiği, halen yaşamaya devam ettiğimiz Kırşehir’de elimize çantamızı alır, soğuk-sıcak, kar-yağmur, çamur-  toz, toprak demeden yürüyerek okula giderdik. Yanımızda ne annemiz olurdu, ne babamız.

Her kar kaydığında, rüzgâr estiğinde okullar tatil edilmezdi. Gelir düzeyi az olan fakir insanların çok olduğu dönemimizde öğrencilerin çoğunluğunun giyecek kabanı, botu yoktu.  Hatta bazı öğrencilerin çantası olmadığı için kitap ve defterleri elinde taşırdı. Boyumuzu geçen karlarda, yüzümüzü felç edecek, kulağımızı uyuşturacak şiddetli ayazlarda okula giderdik.

Hayatın zorluklarıyla mücadele etmeyle ilkokul çağlarında tanıştık. Okula yürüyerek gittiğimiz için sokakları bilir, sokak çeşmelerinden su içer, Kırşehir’de nerede ne var görür ve öğrenirdik.

Yaz tatillerinde pazarlarda sebze, meyve, kavun, karpuz satar, çay ocaklarında çalışır kazandığımız parayı anne ve babamıza vererek evimizin geçimine katkıda bulunurduk. 

Tek katlı müstakil bahçeli evlerden oluşan Kırşehir’de evlerin çoğunluğunda tuvaletler ve musluklar bahçede olurdu.  Kışın donmaması için musluklar akşamdan çok az açık bırakılır,  donarsa da pürmüzle, odun ateşiyle veya sobanın üzerinde hazır olan sıcak suyu musluğun üzerine dökerek açar,  buz gibi akan suyla elimizi, yüzümüzü yıkadıktan sonra soba yanan odaya koşarak giderdik.

Kısaca zor, sıkıntılı ve mücadeleci bir öğrencilik ve gençlik hayatı yaşadık, yaşamaya da devam ediyoruz.

Bugün ise toplum olarak büyük bir yozlaşmanın içerisindeyiz. Bir çok bakımdan dejenere olmuş ve çürümüş durumdayız. Kimin ne olduğu bellisiz. Kısaca her şey “dandini“…

Teknolojinin ve dönemin getirdiği şartlarla insanların yaşam tarzı ve maddi durumları çok iyi durumlara geldi. Herkes araba, cep telefonu, bilgisayar sahibi oldu, bir düğmede sıcak su akan, ısınan doğalgazlı ev sahibi oldu. Her yaz tatillere gidiliyor. Yaşamak o kadar kolaylaştı ki hiç kimse zorluklara tahammül edemiyor.

Okula giden öğrencilerin büyük çoğunluğu servis araçlarıyla gidiyorlar. Evi okula yakın olanların veya servis ücretini verecek imkânı olmayanların çocukları yürüyerek gidiyorlar.

Ancak okula yürüyerek giden öğrencilerin büyük çoğunluğunun anneleri yanlarında gidiyor, okul çantasını sırtına veya eline alıyor çocuğunu okulun kapısına kadar değil, sınıfa oturacağı sıraya kadar götürüyor, sırayı siliyor ve evine dönüyor, okul çıkışında karşılayarak tekrar çocuğunun çantasını eline alıyor evine gidiyor. 

Bazı kadınlar okula giden iki çocuğunun çantasını alıyor omuzlarına asıyor, çocuklarda eli cebinde yürüyor. İnanın bu duruma şaşırıyor, anlamıyorum. Sanki bu çocuklar zemzem suyuyla yıkandı. Sonra da çocukları her şeyi ayağına istiyor, bakkaldan ekmek almasını, “zorluklara, yokluklara katlanmasını bilmiyor” diyerek şikâyet ediyoruz.

Bugün herhangi bir öğrenciye Kırşehir’in bir sokağını, bir adresi, bir camiyi, bir çeşmeyi sorsanız bilemezler. Çünkü görmüyorlar ya servisle gidiyorlar ya da anne baba sırtında gidiyorlar.

Lise çağlarına gelmiş öğrenciler pazara, markete giderek alışveriş yapmasını bilmiyorlar, akrabaların ziyaretlerine gitmiyorlar, bayram, hasta, cenaze nedir bilmiyorlar, ekmek parası nasıl kazanılır bilmiyorlar. Oysa Çanakkale de on beş, on altı yaşında çocuklar vatan savunmasında şehit olmadılar mı? Şimdi ki gençler neden pazar alışverişlerine gitmesin veya ekmek parası kazanmasınlar.

Bu çocuklar ileride evlendiklerinde evlerinin geçimini nasıl temin edecekler, hayatın zorluklarıyla nasıl mücadele edecekler bilemiyorum.

İleride motor tamircisi, elektrikçi, marangoz, terzi yetişmezse Türkiye büyük sıkıntıya girer ama şimdiki gençlerde bunları yapacak ne kabiliyet var ne beceri.

Gençler, öğrenciler okula giderken çantalarını ellerine alıp gidemezler mi? Pazarlarda çalışamazlar mı? Evin pazar alışverişini yapamazlar mı?

Maalesef anne ve babalar götürmüyorlar. Götürseler kötü mü olur? İyi olur tabi ki… Gençler, çocuklar pazarda çalışsalar ekmek parasının nasıl kazanıldığını öğrenirler, vurdumduymaz ve sorumsuz olmazlar, alış verişin nasıl yapıldığını, domatesi, biberi, patlıcanı ve hıyarı seçmesini ve nasıl bir emekle eve götürüldüğünü öğrenirler. Ayrıca pazar da hıyarı seçerek iyisini almasını öğrenen genç, günlük yaşamdaki hıyarlarında iyisini ve kötüsünü ayırt etmesini, tarlada yetişen hıyarların para ettiğini ama kaldırımlarda, yollarda, araçların içerisinde yetişen hıyarların para etmediğini öğrenirler, hayatın zorluklarını öğrenirler, tecrübe edinirler. Bunlar çok önemli yaşam şartlarıdır.

Ayakta kalmak istiyorlarsa kendi ayakları üzerinde durmasını öğrenmek zorundalar. Aksi bir durum felaket olur.

Günümüzde anneler babalar bir araya geldiklerinde çocukların hazıra konmalarından, suyu ayağına kadar istediklerinden, kendi çayını dolduramadıkların şikâyetçiler. Ama kendilerinden şikâyetçi değiller. Hiçbir zaman kendilerine bu çocukları bu hale biz getiriyoruz, okula giderken kaç çocuğumuz varsa çantalarını sırtımızda taşıyoruz demiyorlar, pazara, cenazelere, hasta ziyaretlerine götürmüyoruz demiyorlar, çocuklarının üzerlerine toz kondurmuyorlar. Maşallah herkesin çocuğu sütle yıkanmış.

Hal böyle olunca acaba bizim anne ve babalar olarak ağlamaya, sızlama hakkımız var mı? Bence yok…