Günlerdir düşünüyorum. Bilgisayarın başına bir oturup bir kalkıyorum.

Günlerdir düşünüyorum. Bilgisayarın başına bir oturup bir kalkıyorum. Acı ve ızdırap içinde bunalıyorum.
Oysa nasıl umutlanmıştık.
Bu sayfalarda en ağır eleştirileri yaptığım zamanlar, tehdit aldığım zamanlar, gözyaşları ve elemler içindeki karanlık zamanlar, zor bir ülke, bir yana gidivermişti adeta.
Nasıl umutlu olmayalım dı.
Ülkeyi yiyip bitiren, binlerce cana mal olmuş, ocaklara ateş düşürmüş bir sorun çözülme yoluna gidiyordu.
Bu süreci canı gönülden desteklemiştik. Tüm eleştirilere karşı durmuştuk.
Hem ülke içinde bu savaşın sürmesini isteyenler, hem ülke dışında Türkiye’nin bir üçüncü dünya ülkesi olarak kalmasını isteyenler kara kara düşünmeye başlamıştı.
Ne oldu?
Ne oldu da birdenbire tekrar ocaklara ateş düşmeye, gencecik canlar, hayatının baharında gençler, yok olmaya, analar ağlamaya başladı tekrar.
Sosyal medyada, bu karanlık günlerde canını yitiren bir Kürt gencinin cenaze merasimini, bir Türk gencinin,bir şehidimizin cenaze merasimini izliyorum.
Değişmeyen tek bir şey var.
Acı, ızdırap, gözyaşı. Yürekleri dağlayan ağıtlar. Ve üzerine sarılınan tabutlar.
Yazmayacaktım.
Sadece dikkatlice izleyecektim. Yorumları takip edecektim. Analizleri okuyacaktım.
Yaz tatilinde okumak için kitaplar sipariş etmiştim.
Tatilde onları okuyacaktım.
Neden mi yazıyorum o zaman?
Geçen haftalarda bir düğün oldu Kırşehir’de.
Aşiret mensubu bir değerli kardeşimizin oğlu evleniyordu.
Düğüne kalabalık bir davetli grubu katılmıştı.
Hep beraber halaylar çekildi, “Tura oyununu” hep beraber izledik.
Bu kardeşliğe, bu dostluğa, bu içten samimiyete kim, kimler darbe vurmak ister.
Kimler bizleri birbirine kırdırmak için var gücüyle uğraşır, kimler yangına körüklerle gider.
Bir dostumun gelini Kürt, bir diğer dostumun gelini Türk. Torunları var. Canlar.
Ve bu ortamlarda kimsenin aklına, kimsenin etnik kimliği gelmiyor. Kardeşçe eğleniliyor, kardeşçe üzülünüyor.
Hayata veda edenlerimizin cenazelerinde Cacabey Camii önündeki törenlerde hep beraber cenaze namazı kılınıyor.
Ama kanla beslenen, cana doymayan canavarlar mevcut.
Durmuyorlar.
Uyuyan polislerin kafalarına susturucu takılmış tabancalarla vurarak canlarına kıymak gibi vahşice hislerle dolu bazıları var.
Beyinleri yıkanmış. İçleri kin ve nefretle dolu olan bu insansılar, yolları tuzaklıyorlar, araçları yakıyorlar,köprüleri uçuruyorlar, canlara kıyıyorlar ve cana kıymak için, ülkeyi bir iç savaşa sürüklemek için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar.
Sonra meclisteki bazı sorumsuzlar da- elbette kişilerden söz ediyorum- ipe sapa gelmez demeçleriyle adeta bu sürecin daha da ivme kazanarak artması için güya konuşuyorlar. Ağızlarından çıkanları kulakları duymuyor.
Seçimler sonrası da umutlandık.
Siyasetle,siyasi mücadele ile sorunlar çözülecekti. Türkiye yeni bir aşamaya gelmişti.
Ve birden umutlar tükeniverdi. Bir hayal kırıklığı ve bir yandan da “biz demedik mi”cileri haklı çıkaracak demeçler, davranışlar, eylemler.
Ne denir…Ne demek lazım….
Siyasi mücadele ise işte meclis. Burayı bırakıp o halkı neden kışkırtıyorsunuz. Neden sırtınızı bir yerlere dayamak ihtiyacı hissediyorsunuz.
Aslında onlara kendi dillerinden bir söylemim olacak.
“SİZLERE KARDEŞ KAVGASI ÇIKARMA FIRSATINI VER-ME-YE-CEĞİZ”
“ SİZLERİN BU KALLEŞÇE SALDIRILARINI DURDURACAK BİR GÜCÜ KARŞINIZDA GÖRECEKSİNİZ VE YİĞİT BİR POLİS AMİRİNİN SİZE SÖYLEDİĞİ SÖZÜ TEKRARLAMAK İSTERİM: BU VATANIN BÖLÜNMEYECEĞİNİ, SİZE ÖĞRETECEĞİZ”
Ve artık bende şu kanaat oluştu ki PKK denen hain örgüt yenilmeden, geriletilmeden bir barış artık çok zor görünüyor.
06.08.2015 Kırşehir.