6 Şubat 20023.

Türkiye bir büyük depremle sarsılıyor,onlarca il,yüzlerce ilçe ve köy yerle bir oluyor,onbinlerce canımız, yıkılan enkazların altında kalıyor. Geriye acılar,gözyaşları,her şeyini yitirmiş umutsuz,acı dolu insanlar,yıkık virane kentler, terk edilmiş hayatlar kalıyor.

Bu acı olay ülkede yaşayan her yurttaşı derinden sarsıyor.

Bu büyük felaket üzerine çok şeyler yazıldı.

Bu büyük felaketi kendi siyası çıkarları için acımasızca kullanmak isteyen, gözünü sadece siyasi hırs bürümüş,meczupları bir yana bırakarak,bu acı günün yıldönümünde ben, burada hiç aklımdan çıkmayan,unutamadığım alıntılarla sizi baş başa bırakmak istiyorum. Ben bu tümcelerden çok etkilendim. Hatta günlüğümde, ilk açtığım sayfalarda bu iki alıntıyı okur, sonra günlüğüme yazmaya başlarım.

Turgenyev'in eşsiz eseri: "Babalar ve Oğullar'ın" muhteşem bitiş tümceleri:

"…Rusya'nın ücra tenha bir köşesinde,küçük bir köy mezarlığı var.Hemen hemen bütün mezarlarımız gibi hüzünlü bir görünümde: Çevresindeki hendekleri çoktan ot bürümüş;bir zamanlar boyalı çatılarının altındaki tahta haçlar soluklaşıp,çürümüş. Mezar taşları,alttan birileri itermişçesine yan yatmış. İki üç cılız ağaç,diplerine zar zor ufak bir gölge düşürmüş.Koyunlar mezarların üzerinde başıboş dolaşıyor…

Bunların arasında,kimsenin el sürmediği, kimsenin çiğnemediği bir mezar var… Burada YevgeniBozoravgömülü.Bu mezarı sık sık, şimdi artık iyice çökmüş,iki ihtiyar ziyarete geliyor. Yakınlardaki bir köyde oturan bir karı koca. Birbirlerine destek olarak,sürüklenen adımlarla yürüyor,parmaklığa yanaşıp diz üstü çökerek,uzun uzun,acı acı ağlıyor,gözlerini oğullarının üzerinde duran dilsiz taşa dikerek uzun uzun bakıyorlar.Taşın tozunu siliyor,ağaçların dallarını temizliyor,sonra yine dua ediyorlar. Oğullarına,oğullarının anısına kendilerini daha yakın hissettikleri bu yerden kopup ayrılamıyorlar bir türlü…

Mezarda yatan yürek ne denli ateşli,günahkâr,fırtınalı olursa olsun,üzerinde biten çiçekler bize masum gözlerinin asude bakışlarıyla bakar.Bize söyledikleri,yalnızca ebedi huzur, "kayıtsız" doğanın o büyük huzuru değildir;ebedi barışmalardan,sonu gelmeyen yaşamdan söz ederler."

Ve Balzac'ıneşşiz eseri "Vadideki Zambak"tan: "…Gözyaşları içinde sönmüş akıllar,değeri bilinmemiş yürekler…ve sizler hayata çöllerden girmiş olanlar,gittikleri her yerde soluk yüzlerle,kapalı yüreklerle,tıkanmış kulaklarla karşı karşıya gelenler,hiç yakınmayın! Bir yüreğin size açıldığı,bir kulağın sizi dinlediği,bir bakışın size karşılık verdiği andaki sevincin mutluluğunu ancak siz bilebilirsiniz. Yaşanmış bütün kötü günleri, bir tek günün mutluluğu siler. Yaşanmış ve unutulmamış acılar,gözlemler,hüzünlü umutsuzluklar bir ruhu başka birsırdaş ruha bağlayan birer bağdan başka bir şey değildir…"

İçinde yaşadığımız coğrafyada yapılan bilimsel araştırmalar, bizlere ilerde gene bu tür büyük felaketlerle karşı karşıya kalacağımızı bildiriyor.

Tedbir almak,bu büyük felaketlere hazırlıklı olmak hepimizin görevi. En öncelikli iş ise, insanları öldüren binaları yapan, "gözünü para hırsı bürümüş",eğitimsiz müteahhitlerin tahakkümüne nasıl son verilecekse verilmek olmalı. Bence atılacak önemli adımlardan ilki olmalı da; bakıyoruz, belediye başkan adaylarının,siyasi parti ileri gelenlerinin,ya da bunların destekçilerinin  önemli bir kısmı müteahhitlerden müteşekkil.

Yani, "deve ve boyun meselesi."

06.02.2024 Ankara.