2021 yılını bıraktık, 2022 yılına girdik.

Zor bir yıl oldu. 2021, hatta 2020.

Lanet bir pandemi, tüm dünyayı etki altına aldığı gibi ülkemizi de oldukça etkiledi.

Çok sayıda yaşlı nüfusu kaybettik.     

Analar, babalar, bacılar, kardeşler, kuzenler, kuzinler, amcaoğulları, dayıoğulları, uzaktan yakından tanıdıklarımızı kaybettik. Bölelerimizi, hısımlarımızı, akrabalarımızı, hatta uzaktan tanıdığımız insanları bu lanet corana virüsüne kurban verdik.

Bu arada bir takım bilim insanları türedi. "nefret yüklü", adeta Türkiye'nin batmasından kendilerine menfaat çıkarsaması yapan insanlar… Sözde bilim adamları…

Hedeflerinde iktidar ve onun başkanı vardı. 

Ceset saydılar.(!) 

Rahmetli insanlar üzerinden hükümete yüklendiler.

Bu süreci çok yakından takip ettim.

Kişisel olarak iletişim sağladığım insanları uyardım. "Siz olsanız ne yapardınız?" dedim.

Karşılığında derin bir sessizlik…

Bilim adamı olmak, somut düşünen aydın adam olmak, hükümete, onun başına lanet okumak değildir.

Muhalefetteyseniz, adam gibi(!) muhalefet yapmanız lazım. "şeamet tellallığı" değil.

"Şeamet tellallığı" yapıyorsanız da; bunun gerekçesini halka çok iyi anlatmanız gerekir ki; halk da: "Aha! Bu adamlar gelirse benim durumum çok daha iyi olur" inancına ulaşsın.

Değerli okurlarım.

Hakikaten dünya 1918'da, "İspanyol gribi'nden" sonra görülmemiş bir salgınla karşı karşıya kaldı.

Ortaçağda veba salgını, kolera salgınları, tifüs salgınları, cüzzam, çiçek vs. gibi pandemi yapan illetlerden bahsetmiyorum.

SARS -COV-2, yani Corana için söz ediyorum.

Tüm ülkeler, tüm dünya, tüm bilim adamları - yakından o süreci takip ettiğim için biliyorum- ne yapacağını, ne gibi bir tedavi uygulayacağını bilmiyordu.

Pek çok insan bu bilinmezlik süreci içinde hayatını kaybetti.

Bu dünya tarihinde, en çok yazılacak, çizilecek bir süreç. 

Aynı veba salgınının dünyayı etkilemesi gibi. 

Aynı Sıtma epidemisinin uygarlıkları vurması gibi, tifo, tifus, kolera gibi salgınların ülkeyi ve orduları vurması gibi; bu corana epidemisi de tüm dünyayı ve onların ekonomilerini vurdu.

Devletler, hükümetler, zararları karşılamak için sübvansiyonlara başvurdular.

O sübvansiyonlar da onlara enflasyon olarak geri döndü.

Ülkelerin gelişmişlik düzeylerine ve merkez banka rezervlerine göre de bu enflasyonlarla mücadele etme savaşına girdiler. 

Birçok ülke faiz yükseltmeye başvurdu.

Türkiye ise; bu dönemde hem de seçime yaklaşık bir sene kalmış bir sürede, başka bir seçenek denemeye karar verdi.

Türkiye'nin cumhurbaşkanı bu süreçte, ekonominin bilimsel kurallarını uygulamak yerine "Nas var" dedi.

"Nas" nedir?

Ben ekonomist değilim. Ancak günceli, tüm gazeteleri okuyarak ve tüm yorumları değerlendirerek anlamaya çalışan sıradan bir kişiyim.

Gelelim güncele, yani "Nas"ın açıklamasına.

Türk Dil Kurumu (TDK)na göre "Nas": Açıklık, açık ve kesin yargı, 2. anlamı (felsefe) ise: Dogma demek.

TDK’ya göre NAS NEDİR?

Sözlükte "sözü sahibine kadar g ötürmek, bir şeyi açığa çıkarıp daha görünür hale getirmek için yukarı kaldırmak, bir şeyin son sınırına ulaşmak" gibi anlamlara gelen nas kelimesi İslâm ilimlerinde yaygın olarak iki anlamda terimleşmiştir. Bunlardan ilk akla geleni genel kullanımıdır ki Allah'ın ve Hz. Peygamber'in sözünü ifade eder. İkincisi fıkıh usulünde açıklık bakımından yapılan lafız ayırımında kullanılan anlamıdır.

1. Allah'ın ve Peygamber'in Sözü Anlamında Nas. İslâm ilimlerinde nas (çoğulu nusûs) denilince genellikle Kur'an ve Sünnet'in lafızları kastedilir. Kaynaklar sıralamasıyla ilgili anlatımlarda Kitap ve Sünnet yerine kısaca "nusûs" dendiği de olur. Nassın bu anlamdaki kullanımında âm-has, mutlak-mukayyet olması veya delâletinin zannîliği-kat'îliği gibi hususlar söz konusu edilmeksizin dildeki bütün özellikleriyle lafız kastedilir.

Günümüze ulaşan erken dönem fıkıh literatürü içinde Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî'nin eserlerinde de rastlanan bu kelimenin Şâfiî'nin eserlerinde sık sık geçtiği, hatta daha sonra belirgin hale gelecek teknik mânadaki nassı çağrıştıran kullanımlarının bulunduğu görülür (er-Risâle, s. 91, 106).

Bu anlamıyla nas vahyin metinsel verisi olduğundan teşrîin ve dinî bilginin temelini oluşturur; karşıtı genel olarak "ictihad"dır. İctihad, istidlâl ve kıyas gibi kavramlarla karşıt olarak zikredildiğinde nas Allah ve Peygamber'in sözünü, bu kavramlar da nasların akıl yoluyla açılımını anlatır. Mecelle'de, "Mevrid-i nasta ictihada mesağ yoktur" (md. 14) şeklinde ifadesini bulan genel anlayış da aklın nas karşısındaki pozisyonunu ve ictihadın alanını belirler. Nassın bulunduğu konularda ictihadın câiz olmayışı, nasların büsbütün ictihada kapalı olduğu değil nassın düzenlediği hususun nassa aykırı olacak bir şekilde alternatif bir düzenlemeye tâbi tutulmasının mümkün olmadığı anlamına gelir.

Nitekim hemen bütün ictihadlar nas üzerinden yürütülür ve naslarla bağlantılıdır. Sünnî siyaset teorisinde imamın/ halifenin seçimi nasla olmayıp ümmetin ictihadına bırakılmış bir mesele iken İsnâaşerî ve İsmâilî Şiî anlayışlarında imam nasla tayin edilir. Bu bağlamda nas terimi, Hz. Peygamber'in imam olacak kişiyi açıkça belirtmesini ve ondan sonraki imamların da kendilerinden sonrakini tayin etmesini ifade etmektedir.

2. Lafız Ayırımındaki Anlamıyla Nas. Hanefî usulcülerinin açıklık bakımından yaptıkları "zâhir, nas, müfesser ve muhkem" şeklindeki ayırım içinde nas terimi, mânasına açık bir şekilde delâlet eden ve kendisinden çıkarılan hüküm sözün asıl sevk sebebini teşkil eden, bununla birlikte te'vil, tahsis ve -vahiy süresi içinde- neshe kapalı bulunmayan lafzı ifade eder. Bu tasnifte nas açıklık yönünden müfesser ve muhkemden sonra, zâhirden önce gelir. İlk dönem Hanefî usulcülerinin tariflerindeki ortak noktayı şöyle ifade etmek mümkündür: Nas, sözün bağlamından anlaşılan bir karîne yardımıyla zâhire nisbetle daha fazla açıklık taşır ve bu durum lafzın sîgasından değil bizzat konuşandan kaynaklanır. Bunu açıklamak üzere Hanefî usul kitaplarında yaygın olarak verilen bir örnek Bakara sûresinin 275. âyetinde geçen, "Allah alım satımı helâl, ribâyı haram kıldı" ifadesidir. Bu sözden alım satımın helâlliği ve faizin haramlığı açık biçimde anlaşılmaktadır, yani usul terimiyle zâhirdir. Fakat söz bu anlamı bildirmek üzere sevk edilmiş değildir. Çünkü bu hükümler daha önceki âyetlerle bildirilmiştir. Sözün asıl sevk amacı, inkârcıların alım satımın da ribâ gibi sayıldığı iddiasını reddetmek ve bunların farklı şeyler olduğunu vurgulamaktır. Şu halde ifade alım satımla ribânın aynı şeyler olmadığı hususunda nastır. V. (XI.) yüzyılın sonlarına kadar zâhirin tanımında sözün sevk sebebi olmama şartı aranmazken bazı müteahhirîn Hanefî usulcüleri nas ve zâhiri ayırt etmek için bu şartı koşmaya başlamıştır (diğer bazı meselelerle birlikte bu konudaki tartışmalar için bk. M. Edîb Sâlih, I, 147-164).

Nassın hükmü te'vil, tahsis veya neshi hakkında delil bulunmadıkça gereğince amel etmektir. Bu yönüyle zâhir gibi olmakla birlikte açıklık düzeyi bakımından ondan daha üstün olduğu için teâruz halinde nassın anlamına öncelik verilir. Meselâ çocuğun emzirilme süresiyle ilgili âyetlerden birinde, "Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirir" (el-Bakara 2/233), diğerinde, "Çocuğun karında taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır" (el-Ahkaf 46/15) denmiştir. Birinci âyet, doğrudan ve özellikle emzirme süresini beyan için geldiğinden o konuda nastır. İkinci âyet ise emzirme süresi konusunda nas değil zâhirdir. Çünkü âyetin asıl sevk ediliş amacı annenin çocuk üzerindeki hakkını bildirmektir.

Mütekellimîn metoduna göre yazılmış usul eserlerinde ise açık lafızlar genellikle zâhir ve nas şeklinde ikiye ayrılır; te'vile açık olmayanlar nas (veya mübeyyen), açık olanlar zâhir diye isimlendirilir (Gazzâlî, I, 345, 384). Buna göre cumhurun terminolojisinde zâhir Hanefîler'deki zâhir ve nassa, nas da Hanefîler'deki müfessere tekabül etmektedir. Özellikle Fahreddin er-Râzî'den itibaren bir kısım usulcü tarafından muhkemin nas ve zâhiri kapsayan bir terim olarak kullanıldığı dikkate alındığında cumhurun müteahhirînine göre muhkemin Hanefîler'deki zâhir, nas ve müfesseri içine alan geniş kapsamlı bir terim olduğu söylenebilir.

Öte yandan Gazzâlî nas kavramının âlimler arasındaki üç farklı kullanımını şöyle açıklar: 1. Zâhir lafız anlamında. Zâhirin nas olarak adlandırılması Şâfiî'nin kullanımı olup kelimenin sözlük anlamına uygundur. Buna göre nassın tanımı zâhirin tanımı gibi olup "kendisinden, kesin olmaksızın zannı galiple bir mâna anlaşılan lafız" demektir. 2. Uzaktan yakından başka ihtimale açık olmayan lafız anlamında. En yaygın ve en tutarlı olanı budur. Meselâ "beş" lafzı böyledir; ne dörde ne altıya ne de başka bir sayıya ihtimali vardır. 3. Herhangi bir delilin desteklediği makbul bir ihtimalin söz konusu olmadığı lafız anlamında. Delilin desteklemediği ihtimal ise lafzı nas olmaktan çıkarmaz (a.g.e., I, 384-386; Karâfî'nin benzer gruplandırması için bk. Şer-u Ten-i-i'l-fu-ûl, s. 36).

Mütekellimîn metodunu benimseyen birçok usulcü tarafından nassa örnek olarak has lafızların (sayı isimleri, özel isimler, tür ve cins isimleri) seçilmesi nas için özel sîga arama gayretinden kaynaklanır. Şâriin kastının bilinmesiyle ilgili olarak nas lafızda ilâve bir karîneye ihtiyaç olmaksızın dili bilmenin maksadı bilmeye yeterli olacağını, nas değil ihtimalli bir lafız söz konusuysa bazı hâricî karînelere ihtiyaç duyulacağını öne sürmelerinin sebebi de budur. Hanefîler ise nassı has lafıza indirgemenin yanlışlığına dikkat çekerek nassın özel bir sîgası olmadığını, lafzın nas olmasının sözü söyleyenin kastına bağlı olduğunu, bu yüzden has lafızlar gibi âm lafızların da nas haline gelebileceğini kabul etmişlerdir.

Yani derin bir konu.

Gazzali'nin de İslâm’a katkıları, zararları ayrı tartışma konuları. Çok önemli ve de çok ayrı ve derin bir konu. İslâm tarihine iyiden iyiye damga vurmuş ve günümüze kadar da ulaşmış bir konu.

İbn-ü Rüşt'ün yüzyıl sonra, "Gazzali"'nin tezlerine yazdığı "reddiyeleri" ve bu reddiyelerinin tamamının "Cordaba"da yakılması…

Bunlar "İslâm tarihinde" derin tartışmaları olan konular.

Geçelim:

Ve de günümüz konusu:

Sayın Cumhurbaşkanı ısrar ediyor, "Nas vardır" diyor. Batılı ekonomistler de "Siz bu söylem ve eylemde devam ederseniz Türkiye Cumhuriyeti 2001 krizinden daha derin bir krize sürüklenir" diyor. Bazı İslâm alimleri "Peki sen ‘Nas’ diyorsun, ‘Türkiye derin bir ekonomik krize sürüklenirse, o zaman ‘Nas’ için yazılanlar boşuna mıymış diye söylemezler mi?" diye reddiye yazıyorlar.

20 Aralık 2021’de dolarını 18.000 TL’den bozdurup bir gün sonra 10.000 TL’den alıp oturduğu yerden purosunu yakıp viskisini içip, milyarlar kazanan  sözde "…… ülkesine sahip çıkanlar."  

Alt katmandaki perişan insanları hiçe sayıp paralarına para katmışlardır.

Şimdi, muhalefetin soğukkanlı olup, oturup sabahlara kadar çalışma zamanı.

Halkı, iktidara geldikleri zaman nasıl refaha ulaştıracaklarını açık seçik anlatıp inandırma zamanı.

Gece gündüz, dur durak bilmeden çalışma zamanı.

Bu işler yatmayla olmaz, bu işler kilitli kapıları medya ordusu ile basmakla olmaz. Bu işler sizi kat be kat aşmış yeni parlayan lider adaylarını -geçmişte olduğu gibi- batırmakla olmaz. 

Geri çekilmek, stratejide çok önemli bir adımdır. Atatürk'ün Sakarya’da uyguladığı çok akıllı bir taktiktir.

Kendinizi her hal ve şartta öne çıkarıp bu kadar bunalmış bir halkta eğer -ki- kaybederseniz sizi bu halk, bu ezilen insanlar hiçbir zaman affetmeyecektir,

Bırakın bir büyük şehir bir-iki seneliğine gitsin.

Atatürk'ün Sakarya geri çekilmesini bir kere daha okuyun ve egonuzdan feragat edin.          

Halkı sokağa değil örgütüne, ideolojisine -eğer kaldıysa- emanet etme zamanı.

Örgütlerinin gece-gündüz somut projelerini, artık iyiden iyiye ezilmiş insanları kendilerinin kurtaracaklarına ikna etme zamanı.

Örgütleriniz gece-gündüz, sabah-akşam, öğle-ikindi çalışacak, çalışacak ve de gene çalışacak. 

Tek yol sandık.

Tehditlere de kulak asmayacaksınız. 

Sizin de örgütlü bir parti gücünüz olacak ve lafazanların "sokağa çıkacağız" laflarını boğazına tıkayıp "Biz CHP'liyiz. Biz sokağa dökülmeyiz. Biz sandıkta halkın gücünü gösterecek bir örgütlü partiyiz, bizim lafazan, geveze sözcülerimize gerek yok, sokağa dökülmek gibi bir stratejimiz yok. Biz halkla beraber, derin yoksulluk yaşayan insanlarla beraber, hep beraber sandıklarla, oylarla iktidara geleceğiz; Türkiye'de, her kademedeki halkın refahını sağlayacağız" demelidirler. 

"İşte çözüm yollarımız bunlar" deyip, halkın önüne somut, inandırıcı projeler koyup, halkı bu çözüm yollarına ikna etmelidirler.

Ve de artık muhalefetin bu ikna yolları için çok az bir zamanları kalmıştır.

Sonuç olarak, muhalefet için çok az bir zaman kaldı. İktidar için de "inattan" bir şekilde geri dönmesi için çok az bir zaman kaldı.

Zaman adeta iktidar ve muhalefet için yarışıyor.

Bu yarışı halkı refaha ve alım gücüne kavuşturabilecek bir iktidar ya da bu işi iktidar başaramazsa, onu kendisinin başarabileceğine ikna edecek bir muhalefet başaracaktır.

Not: Yazımın başlığı "İslâm Aydınlanması" başka bir yazımın konusu olacak. "Muhalefetin açmazları nelerdir?" ayrı bir yazı başlığım olacak.

Hepinize mutlu sağlıklı bir yeni yıl dilerim.