Kırşehir’den uzakta olmanın burukluğu var içimde. Ama ne yaparsın ki öyle gerekiyor.

Kırşehir’den uzakta olmanın burukluğu var içimde. Ama ne yaparsın ki öyle gerekiyor. Kırşehir’deki yolsuz var mı, yok mu buna değil, ülkemizdeki duruma bir bakma gereği hissettim. Ne de olsa Kırşehir’de varsa yolsuzluk, --Vardır buna inanıyorum. Çünkü dün bacağında pantolonu, sırtında montu olmayanlara bugün bakıyorum lüks evlerde yaşıyorlar, son model arabalara binince eyvah ki, eyvah diyorum. Nasıl oldu, nerden oldu, sihirli bir değnek değmiş bunlara!..--
Ne yaparsın ki devir böylelerin devri olmuş memlekette!
Bu adamlar işini bir şekilde boyuyor, kısa sürede köye dönüyor! Yolsuzluk mu, rüşvet mi neye sayarsanız sayın. Dürüstçe çalışanlar kısa sürede böyle köşe dönemezler, zaten dönemiyorlar da.
Kırşehir’de yıllardır tanıdığım dostlarım, arkadaşlarım var. Bunlar yıllardır bu memlekette iş yaparlar, bir arpa boyu alamamışlar, köşeyi dönememişler. Dönseler di bir yerlerinden belli olurdu. Olanlar da malum nedenlerle oluyorlar ne yazık ki!..
Evet, Osmanlı tarihinin son döneminde geriye kadar gitmeyeceğim. Çünkü o zamanlardaki yolsuzluk ve rüşvetlerin nasıl sonuçlandığını iyi, kötü bilmesek bile kulaktan kulağa duyduklarımız bizleri bilgilendirir.
İmparatorlukla idare edilen ülkelerde yolsuzlukların neticesi bellidir. Kararları imparator verir. Adının her zaman şâşa ile anılan, fakat adına yakışır adil bir idareye rastlanmayan demokrasi sistemlerinde, üstü tamamen açılan ve ortaya saçılan bir yolsuzluklar hakkında toplumun detaylı olarak pek haberi olmaz.
Ne yapılır edilir üstü kapatılır ve hatta ortada olan bütün belgeler uçar gider. Bir müddet sonrada unutulur maziye karışır. Fakat demokrasi ve adalet o kadar adil olarak işler ki, açlıkta ölmemek için fırında ekmek çalan fakir bir çocuğa ibreti aleme örnek olsun diye cezaların üst noktasına ulaşılır. Neden çaldığı araştırılmadan veya o çocuğun ekmeği alacak parası olsaydı acaba yine çalar mıydı diye sorulmadan hemen kanun ve yasalar işletilerek içeri sokar ve dışarıdaki vatandaşlara onu besletme yoluna gideriz.
İnsan ömrü üç aşağı beş yukarı bellidir, neden çalma ihtiyacını düşünür acaba?
Mezarlıkta, sarayda yatana, öbür dünyanın bekçileri acaba onları keçe tokmakla daha mı az dövüyor, yalan dünyanın dolandırıcılarını ve öbür dünyanın mezar zenginlerini?
Geçmiş zamanda Türkiye ile ABD arasında bir skandal yaşanmıştı o zamanlar, Allah’a çok şükür skandaldan ve yolsuzluktan yana pek sıkıntımız olmuyor, adamlar resmen kameralar önünde anamıza küfür ederek soygun ve hırsızlıklarına devam ediyor ve en saygılı kişi veya firma olarak en üst düzeyde takdir görüyor.
ABD´nin kendi içerisinde siyasi bir çekişmeyle bir zamanlar skandallar ortaya çıkmış ve rüşvet verdiği iddia edilen uçak firması yetkilileri, ekonomilerinin zarar görme ihtimaline rağmen, dünyada ve Türkiye’de kimlere rüşvet verdiğinin isimlerini zamanın hükümetine vermişti. Fakat zamanın idarecileri verilen isimleri her nedense bir türlü açıklayamadılar. Doğru veya eğri o zaman suçlanan kimselerin pek çoğu Allah rahmet eylesin şimdi hayatta yoklar ve her şey unutuldu gitti.
Skandalların genel olarak bir ucu siyasi partilere veya siyasi partileri finanse eden bazı kuruluşlara dayanması bir gelenek haline geldi. Bütün dünyada böyledir ve aynı minval üzerine devam eder.
Pahalı hediyeler, villalar, lüks arabalar ve bazen da banka hesabına yatırılan paralar. Bu bankalar genellikle yurt dışındaki yabancı bankalar olur. Ne yazık ki bu soyguncu ve vurguncu bankaların bazıları, parasını sakladığı veya akladığı şahıs iktidarı kaybedince veya ölünce bin bir bahaneyle yatan paraların üzerine yatar, çünkü gelen paranın rengini bilir.
Geçmişte bir başbakanımıza ve sonra cumhurbaşkanımızın bilmem kaçıncı damadına çok pahalı bir araba hediye edilmişti durduk yerde, fakat başbakan kayınpeder hemen müdahale ederek arabayı yerine iade ettirmişti. Ama ne yazık ki zamanımızda o arabadan çok çok pahalı bir saatin foyası meydana dökülünce bizim yetkilinin kılı bile kıpırdamamıştı.
Geçmiş zamanda soyulan bankaların hesabı bile bilinmiyor, ama soyguncular bilinir fakat bir türlü yakalanamaz ve dokunulamaz. 90´lı yıllarda hemen hemen her gün bir yeni skandal ve yolsuzluk haberlerine şahit olurduk. Yirmiden fazla bankanın içi boşaltılmış, büyük kamu kuruluşları yok pahasına peşkeş çekilmiş, hatta zamanın başbakanını bir dolandırıcı çok fena çarpmıştı da Avrupa’da bazı gazeteler espri konusu yapmıştı. Yüce Divana giden ve tertemiz yerine dönen bakanlar, başbakanlar bile görmüştü vatandaşlar. İSKİ’yi çarpan kazanova müdür, manitasıyla okyanuslar ötesi bir ülkede tatile çıkmıştı da orada yakalanmıştı. Yakalandı da ne oldu? Üç beş sene dinlendi şimdi İstanbul’un en lüks yerlerinde, anlı açık cezasını çekmiş bir hırsız huzurlu bir şekilde cirit atıyor havalı havalı.
Türkiye’de soygun ve skandalın yaşanmadığı şehir veya belde yok gibi. Şehirlerde genellikle emlâk ve emlâk da kazanılan rant başta giden revaç olaylardır. Parayla devlet kapısında memurluk kapmak (bunun fiyatı hayli yüksekmiş verenler anlatıyor). Belediyelerde kat ittifakı adı altında alınan paralar dudak uçuklatacak düzeyde. İmara açılması istenen arsaların değeri karşılığında dönen paralar, bunların kılıfları daha önce hazırlandığı için pek yapacak bir şey bulunmaz. Ne yapalım alan razı, veren razı.
Dünyada çok daha büyük skandallar su yüzüne çıkıyor, fakat onlar bu işin profesyonelce nasıl yapılacağını bildiği için çok çabuk kapatıyorlar. Bilhassa sanatı ve dede mesleği, ne yap yap çal çırp üzerine yat taktiğini iyi bilen Avrupalılar hayli tecrübe sahibidirler. İlticacıların ziynet eşyalarına göz dikerken utanma ve ar damarı çatlamış insanlar, Anadolu soyguncusundan kat be kat daha insafsız ve merhametsizdirler. Milli soyguncularda fazla götürenler varsa da, ihtiyacından fazla götürmeyenler çoğunlukta.
Hırsızlıkları bile savunan avukatların yüzü, gözü ve özü suyu hürmetiyle demokrasimiz yoluna devam ediyor ve de edecek. Çünkü demokrasi biterse hırsızlık ve yolsuzluk bitmez, ama asgari düzeye iner düşüncesindeyim.
Hırsızlık ve yolsuzlukları savunan avukatların o andaki haleti ruhiyesini hep merak ederim. Olmayan adalete, yalanın veya inkârın kabulüne zorlayan suçsuz hırsızın savunucusu vicdani bir rahatsızlık duyar mı, hep merakım konusudur. Benim en çok korktuğum, avukata ve hükümete bulaşmak. Allah ikisinin de yokluğunu göstermesin. Fakat ikisinin de gazabından ve azabından korusun. Tarlanın üzerine yağan kardan kira isteyen avukat hikâyesini bir yazımda anlatırım.