Gelişmiş ülkelerde istisnalar dışında her hangi bir yatırama iştirak etmez garantiye veya kota vermeye girmez, fakat gerek kredi veya vergi muafiyeti konusunda yardımcı olur, bu da yalnız belli zaman olarak sınırlıdır. Yapılan harcamaları belli bir tarih içerisinde vergiden muaf tutarak bir nevi desteklemiş olur. 
Avrupa ülkelerinde, bilhassa Almanya’da yatırım yapacak büyük sermayeler bu ülkenin vergi yasası ve kanunlarına riayet eder, en ufak bir vergi yolsuzluğu veya vergi kaçırma, ün ve isim gözetmeksizin ağır cezalara çarptırılır. 
Peki Türkiye’de durum böyle midir diye bir soru gelir insanın aklına. Hayır değilmiş öğrendiğimize göre, bazı anlaşmalarda bilhassa yap-işletle ülkemize giren firmalar, doğacak her hangi bir hukuki sorunların çözümü için yabancı ülkelerin yargı organlarını tercih edip ve anlaşmalarda şart koşturdukları basında ve siyasilerce dillendiriliyor. 
İnsan düşünmeden edemiyor, bu durum minareyi çalmadan önce kılıfını hazırlamak olmanın daha ötesinde, Türk yargı sistemine ve kanunlarına güvenilmediğini gösterir ki bu bir ülke için ayıp olduğu gibi aynı zamanda hakaret de sayılır.
Yatırım yapacak firmalar kâr ve zararı hesaplar, ona göre yatırımını yapar. Bu firmalar özellikle yerli bir firmayla ortaklık kurarak bir nevi geleceğini garanti altına almayı düşünmüş olması neyi düşündürür. Bu firmalar genellikle dolar üzerinde anlaşma yaparak kârlarını katlamayı ve doğacak enflasyonda zarara uğramak istemediklerini gösteriyor.
Yollarda ve köprülerde ulaşılmayan geçiş garantisini dolar olarak devletin kasasında alması, yükselen enflasyonun sorumlusu değil bir numaralı sebebidir. Türkiye anlaşılmayan acayip bir kalkınma modeliyle, dünyada örneği olmayan sistemle adeta, milli hasılatını ve halktan toplanan parayı adeta başkasının insafına bırakıyor görünümü veriyor. 
AKP’nin 18 senedir kendisinin yapıp sattığı bir kuruluşun olmadığını, yap-işlet-devret modeliyle yapılan yatırımlar zaten kendilerinin olmadığı söylene dursun, özelleştirmeden elde edilen paralar gelir getirmeyen ve aynı zamanda nereye harcandığı da belli olmayan kanallara aktarıldığı iddiaları var. 
Şimdiki iktidar değil, geçmişteki iktidarlar tarafından da, yanlış politikalarla bütün yatırımlar Marmara Bölgesi ve Ege bölgesine yapılması çok yanlış bir politikaydı. Bugün bakıldığında büyük fabrikaların bulunduğu yerler, tarıma elverişli ve aynı zamanda deprem bölgesi olarak daha rizikolu yerlerdir. 
Bugün İstanbul’u yaşanmaz bir kent haline getirildiğinin sebeplerinden bir tanesidir. Büyük yatırımları Anadolu’ya yaymak neden düşünülmedi bir türlü anlaşılır durum değil. 
Anadolu’da verimsiz ve çorak arazileri değerlendirmek ancak bu şekilde olabilirdi. Kırşehir’de kurulan bir üniversite, kullanılmayan bir araziyi nasıl yaşanılır bir yer haline getirdiğini görmek gurur verici. 
Petlas çorak arazinin nasıl yeşillendirildiğini ve yarattığı istihdamla örnek bir kuruluş. 
Kırşehir’de bir kaç tane güneş enerjisi sistemleri kuruldu, kurulan güneş enerjisinin yerlerinin de yanlış seçildiğini söylemek ve sorgulamak hepimizin hakkı değil mi? Bu yerler nasıl ve kimler tarafından gösteriliyor ve kimlerin onay ile kuruluyor? Söylentiler gerçekten doğru ise üzücü. Bu enerji istasyonların bir tanesi de benim yeğenimde. Onun vasıtasıyla öğrendiğim bilgiler mide bulandırıcı boyutta.  Yani bal tutan parmağını yalar veya biz de kişisel taktiğinin girmediği ticaret alanı yok gibi.