Sevgili Gençler, Atatürk’ü bu derece başarılı kılan, bizler için büyük ve değerli kılan en önemli faktör nedir? Hiç düşündünüz mü? Her şeyden önce bütün varlığını milletine ada-ması ve gece gündüz onun için çalışan büyük bir Türk milliyetçisi olmasındandır. Fertleri yücelten, kendilerini milletine adamaları, hayatlarının mânâsını onun için çalışmakta bulmala-rıdır. Atatürk’ün etrafında aynı ideali paylaşan binlerce kahraman vardı. O, hiç şüphesiz en üstünü, bir dehaya sahip olanıdır. Onun dehasının temeli, Türk Milletine samimiyetle inanma-sı ve onu her şeyden çok sevmesidir. Bu nedenle her Türk Atatürk gibi hissetmeli, Atatürk gibi düşünmelidir. Kısaca Atatürkçü olmalıdır.
Atatürkçülük demek, çağdaşlık, ilericilik, laiklik demektir. Atatürkçülük demek, doğ-ruluk, dürüstlük, düzen demektir. Atatürkçülük demek, düne değil, hatta bugüne değil, yarın-lara bakmak, ona göre kendimizi ve toplumumuzu hazırlamak demektir. Her şeyden önce milletini özünden çok sevmektir. Bakınız bu konuda ne diyor: “Benim hayatta yegâne fahrim, servetim Türklükten başka bir şey değildir.”
“Türk Milleti, güzel her şeyi, her medenî şeyi, her yüksek şeyi sever, takdir eder. Fa-kat muhakkaktır ki, her şeyin üstünde tapındığı bir şey varsa, o da kahramanlıktır. Bu sözle-rim şüphesiz bugünkü uyanık Türk gençliğinin kulaklarında yüksek ve tesirli akisler yapacak-tır. Yüksek huylarına ehemmiyetle baktığım Türk çocuklarından daha az şey istemem.
Bizim başka milletlerden hiçbir eksiğimiz yok. Cesuruz, zekiyiz, çalışkanız, yüksek maksatlar uğrunda ölmesini biliriz.” (M. K. Atatürk, 1931)
Millî hedef belli olmuştur. Ona kavuşacak yolları bulmak müşkül değildir. Mühim olan, çetin olan, o yollar üzerinde çalışmaktır. Denebilir ki, hiçbir şeye muhtaç değiliz. Yalnız tek bir şeye çok ihtiyacımız vardır: Çalışkan olmak... toplumsal hastalıklarımızı tetkik edersek temel olarak bundan başka, bundan mühim bir hastalık keşfedemeyiz; hastalık budur. O halde ilk işimiz bu hastalığı esaslı surette tedavi etmektir. Milleti çalışkan yapmaktır. Servet ve onun neticesi olan saadet yalnız ve ancak çalışkanların hakkıdır.” (M. K. Atatürk, 1923)
Yüksek ve inkılapçı bir kültür seviyesine varmak için, önümüzdeki yıllarda daha çok emek vereceğiz. Müspet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiye-sinde olduğu kadar beden terbiyesinde kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir nesil yetiştirmek, ana siyasamızın açık dileğidir. (M. K. Atatürk, 1935)
Bu dünyadan göçerek Türk Milletine veda edeceklerin çocuklarına, kendinden sonra yaşayacaklara, son sözü bu olmalıdır: “Benim Türk milletine, Türk cemiyetine, Türklüğün
istikbâline ait ödevlerim bitmemiştir; siz onları tamamlayacaksınız. Siz de sizden sonrakilere benim sözümü tekrar ediniz.”
Bu sözler bir ferdin değil, bir Türk ulusu duygusunun ifadesidir. Bunu, her Türk bir parola gibi kendinden sonrakilere mütemadiyen tekrar etmekle son nefesini verecektir. Her Türk ferdinin son nefesi, Türk ulusunun nefesinin sönmeyeceğini, onun ebedî olduğunu gös-termelidir. Yüksek Türk, senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur.” (M. K. Atatürk, 1935)
Türk çocuklarının nasibi her muvaffakiyetli hamleden hep sevinç veren neticeler al-maktır. Türk çocukları! Yürüdünüz, yürüyorsunuz, yürüyünüz!
Yaptığınız hamleler sizi yüksek ülküye ulaştırmak üzeredir. Durmayın, yürüyün.
Saadet, refah, sevinç ve hepsinden sonra dünyaya karşı yüksek bir gurur seni bekliyor. Türk çocukları! son sözüm son kelimesine dikkat!... Gurur, azamet; sende zaten vardır. Bunu gösterme! Onu kendi yüksek enerjinin haremine sakla! Gerekirse büyük tevâzuunu göster. Fakat gerektikçe göster ezici yumruğunu!
İşte bu vasıflarla ispat edebilirsin ne olduğunu!... Benim bugünkü ve yarınki Türk ço-cuklarından beklediğim haslet; bu suretle belirmelidir.
“Türkiye Cumhuriyeti’nin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocukla-rına hitap ediyorum: Batı senden, Türk’ten çok geriydi. Mânâda, fikirde, tarihte bu, böyleydi. Eğer bugün Batı medeniyette, teknikte bir yükselme gösteriyorsa, ey Türk çocuğu, o kabahat da senin değil, senden evvelkilerin affolunmaz ihmalinin bir neticesidir.
Şunu da söyleyeyim ki; çok zekisin! Mâlûm, fakat zekânı unut! Daima çalışkan ol!” (M. K. Atatürk, 1930)
Öyleyse bugünkü yazımıza yine Ata’mızın bir sözüyle son verelim: “Tek bir şeye ihti-yacımız var: Çalışmak!”
Yazımıza yarın devam edeceğiz.