Sağlık sektöründe ilerleme kaydetmekle birlikte, sağlığın her alanında toplumun beklentilerini karşıladığımızı ne yazık ki söyleyemiyoruz. Sağlık sektörüyle ilgili olumludan ziyade, olumsuz sık karşılaştığımız medyada çıkan haberlerin yanı sıra kamuoyuna yansımayan daha pek çok sorunun olduğunu varsayabiliriz.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 8 Eylül 2000 tarihinde Yoksulluk, Açlık ve Hastalık ile mücadelede 8 kalkınma hedefi (milenyum kalkınma hedefleri) ilan etmişti. Bu konuda dikkat çekici olan, sağlık hakkının ve kalkınma ile etkileşiminin tartışıldığı yüksek siyasi düzeydi. Başka bir deyişle: Sağlık veya hastalık, sadece biyolojik, fizyolojik veya genetik özelliklerin bir sonucu değildir, aksine yoksullukla ve bunun sonuçlarıyla bağlantılıdır. Sigara ve alkolün yaşam süresini kısaltan etkilerini sık sık tartışırken, yoksulluğun yaşam süresini kısaltan etkileri üzerinde nadiren tartışıldığı bir ortamda, Halk Sağlığı için her şeyin yapıldığını tasavvur etmek zordur.

İnsan Hakları terimi, 18. yüzyılın aydınlanmış doğal hukuk öğretisinden gelir ve insanların onurlarından dolayı sahip oldukları dokunulmaz ve devredilemez hakları tanımlar. Fakat sağlığı bir insan hakkı olarak tanımlamak için, 2 yıkıcı Dünya Savaşı ve bunların sağlık üzerindeki sonuçları deneyimlenmek zorunda kalındı. Bu açıdan bakıldığında Sağlık Hizmetleri bir lütuf değildir, aksine insana hakkını iade etmektir. Basında çıkan haberlerde, bazı hekimlerin hastaya davranışlarına bakıldığında, zaten hekimlerin çoğu tarafından da eleştirilen bu hekimlerin adeta hastadan hizmet bekler tutum ve davranışlarına hayret etmemek imkânsızdır.

1945'te San Francisco'da Birleşmiş Milletlerin kuruluş konferansı sırasında, II. Dünya Savaşı'nın ve bunun Halk Sağlığı üzerindeki sonuçlarının şoku altında ve uluslararası bir iyimserlik ruhu içinde bir “Dünya Sağlık Örgütü” fikri ortaya atıldı. 1946'da anayasası hazırlandı ve 7 Nisan 1948'de Birleşmiş Milletler sisteminin “Uzman Kuruluşu” olarak World Health Organization (WHO), yani Dünya Sağlık Örgütü resmen kuruldu. Birleşmiş Milletler tüzüğüne uygun olarak, WHO anayasanın önsözünde, tüm halklar için mümkün olan en yüksek sağlık düzeyine ulaşılması bir hedef olarak ilan edilir. Binlerce göçmenin Akdeniz’in sularında can vermesi, göçmen kamplarının durumu, göçmenlerin AB ülkeleri sınırlarında donarak ölmesi ve geri itilmeleri, bunların Avrupa Birliği’nin (AB) gözü önünde gerçekleşmesi, Polonyalı bir Bakanın Ukraynalı göçmenleri severek aldıklarını belirtirken, şimdiye kadar tek Müslüman almadığını belirtip, bundan sonra da almayacaklarını açık açık söylemesi, Birleşmiş Milletlerin ne ruhu, ne de hedefleriyle açıklanabilir. Kişisel, ulusal ve küresel sağlığın bu versiyonunun altında 4 temel ilke yatar:

(1) Sağlık, sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik hali olarak yorumlanır.

(2) Sağlık, bir insan hakkı olarak tanımlanır.

(3) Sağlıkta ilerleme ve eşitlik, ulusal kaygıların üzerinde ve küresel güvenlik ve barış için bir ön koşul olarak kabul edilir. Yoksulluk, hastalığın dolaylı bir nedeni olarak kabul edilir.

(4) Tıbbi ve ilgili bilgilerin kullanımının tüm insanlar için erişilebilir kılınması ve bilgilendirilmiş bir topluma katılım, sağlığın iyileştirilmesi için ek ön koşullar olarak görülmektedir. Bu dört hedefi teker teker incelediğimizde, bu hedeflerin hiçbirine ulaşılamadığı apaçık görülmektedir. Sadece endüstri ülkelerinde gerçekleşen bu hedefler, sağlığın küresel hak ve hedef olmaktan ziyade, ulusal ve bölgesel hak ve hedef haline dönüştüğü gözden kaçmıyor. COVID-19 salgını bunu bir kere daha ortaya koydu. Endüstri ülkeleri ilk önce kendileri için aşıları güvence altına aldıktan sonra fakir ülkelere sıra verdi. İlaç şirketlerinin sözde buna karşı çıkması, ama sonuçta “Parayı veren düdüğü çalar” ilkesiyle hareket etmesi, Küresel Sağlık hedeflerinin arka planda kaldığını göstermektedir. Dünya Sağlık Örgütü, ilk 20 yılını hastalık ve salgın kontrolünün teknik yönlerine adadıktan sonra, 1970'lerin ortalarında Halk Sağlığı yetkisini benimsedi. 1970'lerin sonlarında Primary Health Care (PHC) (Temel Sağlık Hizmeti) kavramının üzerine inşa edilen uluslararası tartışmaya yeni bir sağlık paradigması getirildi. 1977'de Dünya Sağlık Asamblesi, önümüzdeki yıllarda tüm hükümetler ve Dünya Sağlık Örgütü için en önemli sosyal hedefin, tüm dünya vatandaşlarının sosyal ve ekonomik olarak üretken yaşamlar sürmesine izin verecek bir sağlık düzeyine ulaşmak olması gerektiğine karar verdi. 8 temel unsur, PHC için minimum gereksinimler olarak formüle edilmiştir.

(1) Yerel sağlık sorunlarını tanımak, hazırlamak ve ele almak için eğitim.

(2) Gıda arzı ve gıda güvenliği.

(3) İçme suyu temini ve sıhhi önlemler.

(4) Aile planlaması dâhil anne ve çocuk sağlığı bakımı.

(5) Baskın bulaşıcı hastalıklara karşı aşılar.

(6) Yerel endemik hastalıkların önlenmesi ve kontrolü.

(7) Yaygın hastalıkların ve yaralanmaların uygun şekilde tedavisi.

(8) Temel ilaçların temini.

Birleşmiş Milletlerin 2000 yılında tanımladığı milenyum hedefleri şunlardır:

(1) Aşırı yoksulluğun ortadan kaldırılması.

(2) Temel öğretimin gerçekleştirilmesi.

(3) Cinsiyet eşitliğinin teşvik edilmesi ve kadınların rollerinin güçlendirilmesi.

(4) Çocuk ölümlerini azaltmak.

(5) Anne sağlığının iyileştirilmesi.

(6) HIV/AIDS, sıtma ve diğer hastalıklarla mücadele.

(7) Çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması. (8) Dünya çapında bir geliştirme ortaklığının oluşturulması. Tüm bunlardan haberdar olmamız gerekiyor. Böyle duyuruyor Gerontoloji. Bizden söylemesi…