Politik içerikli yazılar teorik derinliğe sahip değillerse çok ilgimi çekmiyor. Sıkıcılığa, günlük yaşanmışlığın sıkışmışlığına itiyor. Aydın dürüstlüğü çabası içerisinde olmaya çalışan bir yazar olarak elbette yaşama ve yaşamın gerçeklerinin dayatmalarına karşı duyarlıyım. Her yazar yaşadığı ortamdan doğrudan veya dolaylı olarak etkilenir. Bu onu taraf olmak zorunda bırakır veya en azından aydın sorumluluğu, duyarlılığı, ahlakı dolayısıyla taraf olmak zorundadır. Muhalif ve taraf olmak zorunda…

Evet; muhalifim ve tarafım… Her hangi bir siyasal partinin tarafı değilim ve benden bunu asla beklemeyin.

Ben sistemin muhalifiyim.

Ben tarafım. Çünkü;

Zalime karşı mazlumun,

Haksızlığa karşı hakikatin,

İtaat ve biata karşı akıl ve bilimin,

Dokunulmaz kutsallara karşı eleştirinin,

Yaşamı kutsayan her düşüncenin,

Kan, vahşet, savaş ve şiddete karşı barışın,

Zamanın zincirlerine ve sözcüklerin tutsaklığına karşı “ötekilerin“ ve “lanetlenmişlerin”

Adaletsizliğe karşı vicdanın tarafıyım.

İnsan sevgisi ve vicdan benim kalemimin en güçlü dayanaklarıdır. Hümanistlerin soyundan geliyorum. Öykülerimde; felsefi görüşlerimi, inançlarımı, ideolojimi, edebi bir üslupla vermeye çalışıyorum. Beğenip beğenmeme hakkını size bırakıyorum, bununla ilgilenmiyorum. Sözcüklerin berraklığı içerisinde veba kirine, virüslere bulaştırmadan ifade etmeye çalışıyorum. Ancak, yaşadığım toplumun ve insanların acılarına da kayıtsız kalmam da beklenmesin. Eleştirinin saygınlığı içerisinde düşüncelerimi açıklama hakkımın da vicdani bir sorumluluğum olduğunun bilincindeyim.

Yalaka ve yandaş yazılar ve eleştiriler beklemeyin. O türden yeterince var. Benim için onlar vicdanlarını cüzdanlarına teslim etmiş kifayetsizlerdir.  Onlardan  “aydın“ sorumluğu beklemiyorum. Çünkü; öyle bir vasıflarının olduğuna inanmıyorum. Benim derdim onlarla değil, onlarla ayrıca tartışırım bir başka zamanda, başka yazılarda…

Popülizm, halk dalkavukluğu. Hümanizmden yoksun politikacıların sıkça başvurdukları bir yöntem, çıkmaz bir sokak. Toplumları kısa süreliğine refaha ulaştırdığı, gönüllerini okşayıcı da olsa uzun vadede felakete sürükler.

Karanlıktan çıkmak isteyen insanlık ile onu orada tutmak isteyenler arasındaki kavga asırların mirası olarak bize uzandı, geldi. Aydınlanma çağı ile ışık biraz gürleşti. Etrafına ışık saçmaya başladı. Yeni modern, insani, ahlaki düşünceler filizlenmeye tomurcuklar açmaya, umut vermeye…

 Belki de uzun yüz yılların karanlığından aydınlığa uzanan incecik bir yoldu…

Asırların emeği, bedeli… Bu düşüncelerin en önemli saç ayaklarından biri de Hümanizmdi… Ayrımsız bütün insanları kardeşliğe, eşitliğe, barışa, dayanışmaya sevgi ve paylaşmaya çağıran düşünce… Bu köklü dönüşüm ve değişim çağrıları umutları çoğalttı.

Kötülükler bitti mi?...

Hayır… Ancak, geleceğin yaşamına ilişkin umutları taşıdı sonraki nesillere… Bir zamanın ütopik düşünceleri gerçeğe dönüşmeye başlamıştı. Bedeller karşılığında, hem de çok ağır, acı bedeller karşılığında…

Ancak; aydınlanmanın karşıtları da boşa geçirmedi zamanlarını… Bütün enerjilerini kötülüğün yeni  “modern “ versiyonlarını yaratmak ve uygulamak için harcamaktan çekinmediler. Öyle olmasaydı  yirminci asır en acılı, en travmatik çağ olur muydu? Ölümlerin ve öldürmelerin kitselleştiği acılarla yüklü… beraberinde insanlığın yüz karası düşünceleri  uygulama alanına dönüştü.

Aydınlığın fetreti yirminci yüz yıl. Neler mi üretti; zorbalığın hükümranlığının olağanlığını,  “ötekiler“ hem de  “lanetlenmiş ötekiler”, ırkçılığı zirveye taşıdı, sürgünleri, sığınmacıları, göçmen yaşamını…  İnsanlığın zorunlu göçünün olağanlaşmasını… Zamanın zincirlerini sözcüklerin tutsaklığını…