İnsan kazandıkça düşkünleşir. Düşkünleştiğinin farkına varmaya ise zamanı yoktur. Hırs ve ihtiras onu ele geçirip, teslim almışken aşağılık bir varlığa dönüştüğünün, gücünün korkularına esir düştüğünü göremez. Bütün açmazlar, bütün çıkmazlar onu sıradan yaşamıyla yüzleşmeye çağırsa da, o gücünün azametinin düşkünlüğüyle tadını çıkarmanın derdindedir. Daha çok kazanmak için bitmez, tükenmez, usanmaz bir hırsla bütün gücü ele geçirme telaşındadır. Hiçbir zaman ulaşamayacağı o ulaşılmazlığın bir nefes kadar, hatta bir nefesten de güçsüz olduğunu anladığında ise artık en güçsüz halindedir. Dünyada bir damla kadar öneminin, hatta ondan daha değersiz ve güçsüz olduğunu anlaması için yatağa bağlandığı, o bir damlaya hasret kaldığı anın hayalini kurar.

İnsan yaşayan bir ölüdür. Her ölü toprağa düştükten sonra hemen ölmez. Bizimle sürekli dolaşır, emanetçilerine miras olarak kalır, onlarla dolaşırsa, yaşayan insanda aslında ölüdür. İnsanın canlıyken nefes alması, konuşması, yemesi, içmesi, gücünün ulaşılmaz zirvelerinde aşağılayıcı bakışlarıyla nasıl bakarsa, ölülerde mezarlarında öylece bakmaktadırlar. Kimi acıyarak, kimi üzülerek, kimi usanarak, kimi umursamadan düşkünlüğümüze şahitlik ederler. En mutluları ise sevginin tomurcuklarını kökleriyle bize bırakanlar olmalı. Bir kelam, kelamın hazinesinin taşındığı aydınlık, ışıltılı eserler. Karanlığı yarmaya, karanlığı yok etmeye çalışanlar. Gücün karanlığını ışıklarıyla aydınlığın kapılarını aralayanlar.

Çok kazandıkça düşkünleşen insan huzurunu yitirdi. Yitirilen huzurla birlikte düş kırıklıkları insanın yüreğine oturdu. Yürek soğumaya, ılıklığını ve sevecenliğini yitirmeye başladı. Gücün, yüreğin sevecenliğini yerine getirmesi mümkün olmadığında bir garip çekilmez, anlaşılmaz varlığa dönüştü insan. Dağılan, parçalanan, bölünen her bir parçasının bir başka sırra dönüştüğü garip insan. Her güçlenme çabasının aslında yitirilmişliğe, bedel ödemeye götürdüğünü, bedelsiz hiçbir şeye sahip olunamayacağını anladığında ise karşılığını ağır ödemek zorunda kalır.

Hayat huzurdan kaçtıkça, huzur hayatın peşinden çıkış yolları arıyordu. Hiçbir zaman hayatla huzur barışık olmadılar. Dertleri, tasaları sürekli bir çatışma halidir. İnsan belasını aradıkça huzurunu yitirdi. Huzuru arama çabaları ise hayatları tüketti. Kendisinin huzurunu kaçıran insana kölelik yapıyor. İster korkudan, ister mecburiyetten fark etmez. Huzura susamışlıkla geçiyor ömürler…

Dünyadaki karanlıklarla, kötülüklerle kıyaslandığında mezarın karanlığı ışıltılı, rahatlatıcı, saf kalır. Her yer her daim ölüm ve ateş topu iken, karanlık esir almışken ışığı, huzuru yakalamak için amansız bir kavga ve direniş hali için iyi insanlar bedenlerini mezarın huzurlu sessizliğine teslim etmekten çekinmiyorlar.

Her insanın yaşamaya çalıştığı, ancak hiçbir insanın yaşamayı beceremediği bu dünya hep karanlık mı olacak? Aslında dünya yaşayan bir ölüler mezarlığıdır. Birçoğunun huzur bulamadığı bu dünyada ölümün huzurunu arayanların mezarlığı… İyi insanların mezarların karanlığını aydınlatma çabaları çoğunlukla ölülerin dirençleriyle karşılaşsa da, umudu taşımak isteseler de yara hep derinlerde ve geçmişin mirası olarak geleceğe taşınıyor. Pansumanlar yaranın şiddetini azaltmak, ağrıları geçici olarak dindirmek dışında bir işe yaramıyor. Belki de düşkünleşen insanlık bedele hepimizi ortak ediyor. Yaşamayı beceremeyen insanlık akıl almaz rezaletler yaratmaktan çekinmiyor. O rezaletlerle yaşamaya katlanmayı ise günahlarının bedeli sayıyor. Ölü mezarlar topluluğuna uygun ruh ve düşünme halleriyle var olmayı marifet sanıyor.

İnsanı kendi haline, sevda haline bıraksalar birbirini sever. Yaşam anlamlaşır. Ancak; zebaniler, kan emiciler, kudretliler bırakmaz insanı kendi haline. Sevgiyi öldürüp, kıraç bir toprağa dönüştürdükleri yaşamı ölü mezarlar evine dönüştürürler. Birlikte gömüldükleri, birlikte tükendikleri, üst üste yığıldıkları, birbirlerini dinlemedikleri, anlamadıkları canlı cesetler topluluğudur dünya. Birçoğu bu ölü mezarlarında yaşadıklarının farkında olmadan sessizce yok olur, kaybolur ve kısa sürede unutulurlar. Ancak unutulacaklarını da bile bile de öldürmeye doyamazlar.