Yaş kaç olursa olsun hiç kimse istemiyor ölmeyi… Yakıştıramıyorlar ölümü kimseye… Yaşım genç daha ölmem! Hele yaşlılar ölsün bakalım ne bu acele. Daha yapacak çok iş var.

Yaş kaç olursa olsun hiç kimse istemiyor ölmeyi…
Yakıştıramıyorlar ölümü kimseye…
Yaşım genç daha ölmem! Hele yaşlılar ölsün bakalım ne bu acele. Daha yapacak çok iş var.
Adını duymak bile kötü. Ya şimdi kabirde olsaydım. Üzerimi toprakla az önce örtmüş olsalardı… Nasıl olurdu acaba toprak altındaki ilk günüm, ilk gecem? Hani o beni çok sevdiğini söyleyen arkadaşlar, dostlar, akrabalar, yakınlar ağlarlar mıydı ardımdan? Gözyaşlarıyla toprağımı ıslatırlar mıydı? Yoksa üzerime bir kürek toprak dahi atarlarken üzülürler miydi, o toprak sesini ve ağırlığını hissederim diye toprağı serpmekten vaz mı geçerlerdi yoksa?
İşim gelir miydi aklıma ya da çocuklarım veya eşim… Annem, babam, kardeşlerim, vefalı vefasız arkadaş ve dostlarım.
Hiç bitmeyecek, bensiz yürümeyecek sandığım işleri kim yapar, kim yoluna koyardı?
Her an düşündüğüm, kaçıp koşturduğum, çırpındığım evlatlarım için dualarımı kim okuyacaktı.
Çalışma odam,makam koltuğum !,evim, eşyalarım, arabam,giydiğim giyemediğim tüm elbiselerim,bana huzur veren evim, yapmayı planladıklarım,umutlarım hayallerim…
Benden sonra kime kalır, kim sahip çıkar bütün bunlara?
Ya pişmanlıklarım… Kuşkusuz “Ölen her insan pişman olacaktır” diyordu âlemlerin efendisi.
Bu ne acı bir pişmanlıkmış meğerse...
Doymayan uğraşlar, bir yığın git geller, bitmek bilmeyen işler, nede çok çabuk bitiyormuş.
Aslında tek gerçek ölümmüş gerisi hep yalan…
Her aklımıza düşürdüğümüzde hep bir şeylerin çıkıp bize bunu unutturduğunu hatırlıyoruz. Tıpkı kılınmayan namaz, okunmayan Kur’an, tutulmayan oruç, yapılmayan iyilikler, unutulansevgi saygılar gibi…
Ne zaman bunları yapmaya kalksak hep bir şeyler geliyor aklımıza ve vazgeçiyoruz. Yüzümüzdeki bir sivilceden kalan lekeyi dert ettiğimiz kadar dert etmedik ölümü...Oysa hiç kaçış yoktu ondan kim kaçabildi ki!..
Kalkıp yeniden dönesim geliyor hayata! Ama buraya giren bir daha asla çıkamıyor.
Buraya girer girmez, bedende hızlı bir çürüme başlıyor, sanki toprak ezelden beri beni bekliyormuş... Sıkıyor da sıkıyor bedenimi… Kemiklerimin kırıldığını, hatta iç içe geçtiğini, çıtırtıları duyar gibi oluyorum... Allah’ım! Çok yalnızım korkuyorum…
Neredesiniz dünyalık dostlarım, neredesiniz beni sevenler neden hemen çekip gittiniz, yapayalnız bıraktınız beni burada… Koca bir ömrü nasılda bitirivermişiz.
Oysa yapabileceğim ne çok şey vardı hayata dair… Ama ilahi emir “Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım!” diye feryat ederler. “Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi?” demişti.
Bu ayet dünyadayken hepimizi çok etkilemişti değil mi?
Ama neden gereğini yapmadık?
Neden şimdi elimizdekiler bu kadar az?
Küskünlüklerimiz, kızgınlıklarımız, kıskançlıklarımız, sahip olamadıklarımız, hayıflandıklarımız, kırıp kırıldıklarımız, üzüp üzüldüklerimiz…
Ne kadar da boş ve gereksizmiş…
Aldırmam sanırdım, ama“Acaba ne derler” sözünü beynimize kazımışız adeta.
Ne çok korkmuşuz kınanmaktan.
Biliyorum ardımdan kötü konuşanların olacağı kadar iyi konuşanların da olacağını.
Belki “güler yüzlü, tatlı dilli iyi biriydi” deyip, üzülüp ağlayacaklar ardımdan.
Belki uzunca bir zaman sıkça düşeceğim akıllarına.
Ya sonra…
En yakınım bile unutacak.
Bir ölüm yıldönümü, bir arife, birde bayram günlerinde hatırlayacaklar beni.
Yaptıklarım, yapamadıklarım, elim, yüzüm, sesim, hatıralarım unutulacak.
Tek unutmayacak, olan o ufak tefek yaptığım iyi ve güzel şeylerin yazılı olduğu amel defterim. Mezar bana mesken, kabir bana kucak, belki de korkunç bir mahzen olacak…
Kırşehir’deki evim, yurdum, günüm gecem burası artık.
Dünyaya açılan bütün kapılar kapandı.
Yalnızlık, yapayalnızlık sardı dört bir yanımı.


Saniyelerdir verirsem geri alamam diye tuttuğum nefesi, büyük bir telaşla verdim.
Yaşadığıma inanmak için önce kendimi dürttüm sonra aynaya koştum...
Gözlerim kan çanağı olmuş, sanki yerinden fırlamıştı...
Kabir mi burası dedim kendi kendime.
Çok şükür yaşıyorum.
Hâlâ zamanım var…
Bir nefeslik bile zamanım varsa eğer, neler neler yapılmaz ki şu hayatta…
Önce Allah’ın emirlerini…
Sonra helal lokma, kul hakkı, sonra düzelt pişmanlıklarını.
Dahası...
Var mı kırdıkların?..
Helalleş, gönül al, hiç durma...
Kırdılar mı? Üzdüler mi seni?.. O vakit boş ver aldırma...
Sen gayret et iyilik yapmaya...
Her zaman ve zeminde iyi insan ol…
Ölüm gelmeden yap bunları yoksa ansızın çalabilir kapımızı ölüm.
Yok diyemeyiz göçüp gideriz bu hayattan…