Eve iklimlendirme aygıtını monte etmeye gelen kişiye aygıtın markası olan şirketi sormuştum; “geçen yüzyılda bu şirket ne üretmekteydi” diye... Benzer soruyu Milli Savunma Planlama Faaliyetleri konusunda verdiğim konferansların hepsinde sordum; “bugün çok bilinen markalar, örneğin Sony, Mitsubishi, Mercedes, BMW, dün ne üretmekteydiler?” Konferanslarımda alamadığım yanıtı, ayrıntısını bilemese de, eve gelmiş olan usta vermişti: “Sanırım, ikinci dünya savaşında uçak üretti bunlar”… 
Bugün dünyanın en önemli şirketleri haline gelmiş Mercedes ve BMW amblemlerinde “uçak pervanesi” simgesi kalmış sadece… ABD geçen yüzyılın en büyük trajedisi olarak görülen Japonya’ya atom bombası atma stratejik hamlesini yapmasaydı, sanırım bugün ilk jet uçağı üretmiş markaları bu alanda büyüyecek, elektrik, elektronik alanına sıkışmış şirketler olarak kalmayacaklardı. 
Savunma sanayii bir ülkenin sanayiinin oluşmasında, gelişmesinde itici güç olan bir alandır. Dünyanın savunma sanayisi gelişmiş ülkelerinin teknolojide lider ülke olmaları rastlantı değildir. Örneğin iki büyük dünya savaşı ve birçok bölgesel savaş nedeniyle bu ülkeler çok önemli maddi ve insani kaynakları bu alana, belirli dönemlerde sınırsız bir şekilde tahsis etmek durumunda kalmışlardır. Savaş dönemlerinde yapılan önemli kaynak tahsisleri yaşamsal ülke çıkarları nedeniyle kamuoylarının çok tepkisini çekmemiştir. Savaş sonrasında bu yatırımların yapıldığı şirketler, tesisler önemli üretim merkezleri haline gelmiştir. Buralarda çalışmak üzere yetiştirilen işçisinden teknisyenine, bilim adamından yöneticisine birçok insan barış dönemi ihtiyaçları için de önemli katkılar veren bir potansiyel yaratmışlardır. Tarihsel süreçte biz bu tür fırsatları maalesef kullanamadık.
Savunma sanayii alanında Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası başlayan atılımlarla, yaklaşık 50 yıl sonra bugün, kamu ve özel sektörde önemli savunma sanayii şirketlerine sahip hale geldik. Bu alanda kat ettiğimiz mesafe az değil ama daha kat etmemiz gereken çok mesafe, çok sorun var. Bu konuda ülkemiz bir canlı yayında, amacından saptırılmaya müsait ifadelerle yapılan talihsiz bir açıklama üzerinden başlayan, siyasetin çok çeşitli alanlarda sıkışmış olmasının verdiği açlıkla yürütülen talihsiz bir tartışmayla ülkemiz ve özellikle savunma sanayiimiz için talihsiz bir noktaya gidiyor.
Ülkemizde, ülkeyi yönetme iddiası olanların ilk kavraması gereken konulardan birisi “Milli Savunma Planlama Faaliyetleri”, eğilmesi gereken alanlardan birisi de savunma(sız) sanayiidir. İktidar dayandığı devlet gücü nedeniyle bu konuya ilgisi oranında bilgi sahibidir belki ama siyasi partilerde bu alanlarda uzman asker/sivil kimse yoktur görünümü var. En azından mevcut kadrolara bakınca “makro düzeyde” bu konuları kavrayabilecek isimlere ben rastlamadım. Bunun bir sonucu olarak bu alandaki tartışmalar kişilerle ve olaylarla sınırlı, sığ bir zeminde sürüyor. Ve tartışmalar henüz gelişimini tamamlamamış bu sektöre önemli zararlar verecek şekilde sürdürülüyor. Kişileri linç ederek bu sorunları çözemeyiz, olayları istismar ederek bir çözüme varamayız. Sorunu yaratan sistemi irdelemek, incelemek, eleştirmek gerekir öncelikle…
Kamuoyunda “Tank Palet Fabrikası” olarak ünlenmiş bir Ana Tamir Fabrikamız Modern Tank Üretimi projesi kapsamındaki tercihler nedeniyle tartışmanın odağında. Üretim yetenekleri bakım merkezi olmaktan öteye geçmiş bir askeri tesisin bir askeri ihtiyacı karşılamak üzere sanayii ile birlikte çalışması için seçilmiş olan yöntemin yerindeliği konusu her zaman eleştirilebilir. Ancak eleştiriler insanlara, olaylara değil sisteme yöneltilmesi, eleştirileri haklı kılacak olaylara dayanması, bu olaylara neden olan insanlara yol göstermesi beklenir. 
Bir muhalefet milletvekilinin bir televizyon programındaki eleştirisini "savunma sanayi alanında büyük çaplı sermaye yatırımları gerektiren projeler için neden bir milli ana yüklenicimiz yok", “bu kadar olanak sağladık, üretim hattı neden kurulamadı” diye sorarak yapmasını beklerdim. Bunu sorabilmesi için bir Bakanlar Kurulu Kararıyla yayımlanmış "Savunma Sanayii Strateji Belgesi"nde geçen "milli ana yüklenici" kavramından, böyle bir ana yüklenici yaratabilmek için TSKGV'nın bir "holding" kurması yönünde yapılmış çalışmalardan haberi olması gerekirdi.
Bu gibi konuları konuşmadan, yazmadan Can Ataklı gibi sunucuların birilerine danışmak sık yaptığı bir şey ama siyasiler buna nedense tenezzül buyurmuyorlar. 2006 yılında dönemin Gnkur.Bşk., MSB ve hükümetinin bilgisi dahilinde yapılan ve onay gören “Savunma Sanayii Yeniden Yapılandırma” çalışmalarının "kadük" bırakılması bugünkü talihsiz tartışmayı yaratmıştır. Bu ve benzeri projelerin ülke savunma sanayi olanaklarını büyük projeler için organize edecek, maliyetlerine katlanabilecek ve başarabilecek sermaye ve bilgi birikimini bugüne kadar kazanamamış olmayı sorgulamak, varsa eksikliklerine ve çözüm yollarına işaret etmek ülkenin daha hayrına bir çaba olacaktır.
Prototipi üretilmiş bir silah sisteminin seri üretimi için gerekli organizasyonu, hatta sahibi ve savunacak kimsesi olmayan savunma(sız) sanayiindeki yanlışlıkları sorgulamak için daha mantıklı yöntemler üretebileceğine inandığım Ali Mahir Başarır’ın sosyal linçe uğraması üzücüdür. Ordumuzun üzerinden savunma sanayiimizin bu tür kısır tartışmaların odağı haline getirilmesi daha da üzücüdür. Savunma sanayimizin dışa bağımlılığını azaltmak için TSKGV’nin kurulduğu günden bugüne, kamu yararına vakıf statüsü verilen birçok vakıfa kıyasla daha az desteklenmesinden milli kuruluşların teknoloji ve üretim yeteneklerini artıracak projeler üretilmemesine kadar birçok sorunlu alanı vardır. 
Ülkede olanın bitenin, sanki bir Tanrı buyruğuymuş gibi tartışılmaması bu ülkenin temel talihsizliğidir. Ya da tartışırken ortalığın savaş alanına dönmesi… Savunma Sanayiimizin Yeniden Yapılandırması çalışmasının, dönemin siyasilerinin değil, karar makamına yeni atanan bir askerin "ben bunu görmek istemiyorum" diyerek çöpe atmasının, bu çalışmalara başından sonuna yöneticilik etmiş bir başka askerin de bu konuda hiçbir somut adım atmadan görev süresini tamamlamasının faturasıdır yaşananlar. Ama bu nedenle başkaları taşlanıyor. Muhalefet iktidarı, iktidar muhalefeti, büyük bir gayret israfıyla taşlıyor.
Konuyu kişiselleştirmemek için “karar makamına yeni atanan asker” dedim. Karar mekanizmalarının askerlik gibi doğası gereği "soba borusu" düzeninde çalışan sistemlerde" (bu benim tanımım değil, teşkilatlanma konusunu çalışırken organizasyon tipleri arasında sayılan “stove-pipe system organisation” kavramı…) askeri karar makamlarının doğası farklı alanlarda da aynı tarzda hareket etmesi eleştirdiğim. Karar makamındaki bir askerin "bunu istemiyorum" demesi sistem sorunudur! Tüm sorunlarımıza, bilimi ve aklı önceleyen tüm çağdaş yönetimlerde olduğu gibi, kişilerden ve olaylardan soyutlayarak, sistem temelli eleştiriler ve çözüm önerileri üretecek şekilde yaklaşmayı mutlaka başarmamız gerekmektedir. Savunma(sız) sanayiimizin gelişmesi için yaratıcı çözümlerine dün olduğundan daha çok ihtiyacımız vardır. Askerlerin ihtiyaç duydukları yetenekleri, mühendislerin ihtiyaçların karşılanma yöntem ve teknolojileri, kaynakları yönetenlerin tedarik için ihtiyaç duyulan kaynakları ülke gerçeklerine uyumlu bir şekilde ortaya koyabileceği çalışma sistemine ve bunları başaracak şirket büyüklüklerine ve yeteneklerine ulaşmak ortak amaç olmalıdır.
Bu alanda karşılaşılacak sorunlar, fırtınalı bir havada durakta otobüs bekleyen hastaneye yetiştirilmesi gereken yaşlı bir büyüğünüz, kalp ameliyatınızı başarıyla yaparak sizi hayata döndürmüş doktorunuz, âşık olduğunuz insan ile karşılaştığınızda; iki kişilik spor arabanıza hangisini alacağınız sorusu kadar karmaşıktır ama çözümsüz değildir. Kalbinizi emanet ettiğiniz doktora aracınızı verip yaşlı adamı hastaneye yetiştirebilirsiniz. Âşık olduğunuz insan ile fırtınanın yaratacağı heyecanla, yağmurun kattığı romantizmin keyfiyle geçirecek epey zamana sahip olabilirsiniz. Çaresiz değilsiniz, çare sizsiniz…
Ali Akdoğan
Güzelbahçe, 2 Aralık 2020