Ortaokul yıllarımdan beri sufiler üzerine okumalar yaparım. Onlarda gördüğüm ruh haliyle diğer insanlarda gördüğüm ruh halleri çok farklıdır. Zahir ulemasının ceza-i müeyyide uyguladığı birçok sorun ve sıkıntıyı onlar şefkat ve merhamet nazarıyla çözmüşler. Özünde affetmek ve topluma kazandırmak olan bir ruh hali! Geçenler de bu ruh hali üzerine bir dostumla konuşurken karşılıklı heyecanlanmıştık.

Dedim ki kendi ellerimizle çıkardığımız yasalarla çocuklarımızı zindanlara tıktık, çoğunu astık, anne babalarının yüreğine tarifsiz acılar koyduk. DENİZ GEZMİŞ ve ARKADAŞLARI mesela… Onları SUFİ kardeşlerimize teslim etseydik belki DENİZ GEZMİŞ’ten bir YUNUS çıkarabilirlerdi ama biz ne yaptık ecel makasıyla onların ömür ipini kestik, hayatla bağlarını kopardık. O hakkımızı kaybettik, o cevherlerimizi heder ettik. Kim kazandı? Kimin kazandığı önemli değil, biz kaybettik. “Bir onlardan, bir bunlardan astık!” hezeyanlarıyla da bolca övündük durduk yıllarca!

Osmanlının, Selçuklunun hamurunu yoğuran bu ruh haline ne çok muhtacız bugün. Bir parça Devlet Bahçeli’de gördük son günlerde ama daha çok muhtacız. Affeden, bağışlayan, kucaklayan, ötekileştirmeyen, seven, koruyan güzide bir ruh hali! Bir an önce zirvelere taşıyan o ruh halini yeniden bu toplumun bağrına nakşetmeliyiz. Görün siz o zaman ideal toplum nasıl olurmuş! Bu ruhun mayası “Yaratılanı severim yaratandan ötürü” gerçeğinden başka bir şey değildir Ben bunu Numune Ruh Hali olarak değerlendiririm genel de ama siz Numune Ruh Hali dediğime bakmayın Sufilerin Ruh Hali olarak okuyun. O kardeşimizle sohbetimiz esnasında yâd ettiğimiz birkaç örneği sadra şifa olması dileğiyle sizlerle paylaşarak cümlelerimi noktalayayım.

NUMUNE RUH HALİ - 1

Meşhur Hz. Rabia annemizin evine hırsız girer. Fakat çalacak bir şey bulamaz. Namazını bitiren Rabia:

"Kardeşim! Senin de gördüğün gibi çalınacak bir dünyalığımız yoktur. Bari gelmişken boş çıkma. Şu ibriği al, güzel bir abdest al, iki rekât namaz kıl öyle git. Bugünkü kazancın bu olsun” der.

Hırsız teklifi kabul eder. Abdest aldıktan sonra namaza durur. Rabia'da ellerini duaya kaldırır:

"Yarabbi! Ben bu kulunun elini yüzünü yıkattım, sende içini yıkayarak kötülüklerden arındır!" der.

Hırsız namaz kıldıktan sonra Rabiatü’l-Adeviye’ye dönerek:

"Ya Rabia! Allah senden razı olsun. Ben alacağımı aldım. Haydi, Allahaısmarladık" der ve gider.

NUMUNE RUH HALİ - 2

Maruf-i Kerhi’yle talebeleri Dicle kenarındaki bir hurmalıkta piknik yaparlarken nehrin üstünde bir kayık görürler. Kayıkta bir kaç erkek içki içmiş, nara atıyorlar. Talebeler:

"Hocam bir dua edin de Allah'u Teâlâ bu sarhoşları şu nehirde boğsun da insanlar onların zararlarından kurtulsunlar!" derler. Maruf-i Kerhi ellerini açıp şöyle dua eder:

"Yarabbi! Sen bu kullarını dünyada neşelendirdiğin gibi ahirette de neşelendir"

Az sonra kayıklarını sahile yanaştıran içkiciler şaraplarını döküp Hz. Şeyhin huzuruna koşarlar. Bin pişman bir halde tövbe edip talebeliğe kabullerini isterler. Maruf-i Kerhi şöyle buyurur:

"Gördüğünüz gibi herkesin istediği oldu. Ne onlar boğuldu, ne de bir kimse onlardan rahatsız oldu."

NUMUNE RUH HALİ - 3

İbrahim b. Ethem dervişliğinin ilk yıllarında bir sarhoşla karşılaşır. Sarhoşun ağzını kir pas içinde görünce su getirip yıkar, temizler. Neden böyle yaptığını soranlara şu cevabı verir:

“Allah’ın isminin anıldığı bir ağzı böyle kir pas içinde bırakıp gitmek hürmetsizlik olurdu.”

Sarhoş kendine geldiğinde İbrahim Edhem’in yaptıklarından haberdar olur. Gözleri dolar ve tövbe edip salih bir kul olur.

Bu olaydan sonra İbrahim Edhem rüyasında şöyle bir ses işitir: “Sen bizim için sarhoşun ağzını yıkayıp temizledin, biz de senin kalbini temizledik.” Allah hiç kimseye borçlu kalmaz. Yapılan hiçbir iyiliği karşılıksız bırakmaz.

Efendimiz bir gün ashabıyla yolda giderken şair sahabe Hasan b. Sabit’in içki içmiş bir halde yalpalaya yalpalaya gittiğini görürler. Bazı sahabeler küfre varan ithamlarda bulununca Efendimiz onlara “susun vallahi o Allah ve Resulünü seviyor” der. Günahkârlar için tövbe kapısı her daim açıktır. Tövbe kapısı açık olduğu halde mümin kardeşini günahından dolayı kınamak, ayıplamak mümine yakışır mı?

Melâmet düşüncesinin kurucularından Hamdun Kassar şöyle der: “Bir sarhoşla karşılaşırsan ona buğz etme, kötü söyleme, çünkü o duruma sen de düşebilirsin.”

O kadar çok örnek var ki izleri sıkmak, örneklere boğmak istemiyorum. Benzeri bir menkıbe Mucurlu Mustafa Özeren Efendi’nin hocası Ahmet Amiş Efendi’nin de başından geçer. Onun âlicenap tavrı karşısında kasabanın şakisi, said olur; içkiyi türlü melanetleri bırakıp mescidin demirbaş abidleri arasına girer. Allah cümlesinden razı olsun. Bu güzel ve ayık insanların sayısını artırsın.

SONUÇ

Peki, bu ruh haline nasıl ulaşabiliriz? Daha doğrusu mümkün mü? Tabiî ki mümkün. Sadece kendi iç dinamiklerimizi kullanarak ve kafamızın da dikine gitmeyerek bir gönül ehlinin gönül halkasına dâhilen rahatlıkla zor görülen birçok şeyi başarabiliriz! Bütün mesele bu! İşte Yunus, işte Şems, işte Mevlana ve diğerleri. Şimdi bu paragrafı okuyanlar haklı olarak sorabilirler: “Peki, bu devirde de böyleleri var mıdır? ”El-cevap deriz ki; daha fazlası da var.” Mevlana’da, Yunus’ta kendi devirlerinin gurebası değil miydi? Şems-i Tebrizi’yi Yunanlılar mı kuyuya atıp öldürdü?

Aynı soruyu büyük veli, büyük arif ve âlim Şahı Nakşibend Hazretleri’ne sorarlar. “Hocam bu devirde de o anlattığınız gibi büyük zatlar var mıdır?” diye. Hazreti Şeyh soruya soran kişinin yüzüne baktıktan sonra gözlerini önlerinden akıp giden Aras Nehri’ne çevirerek şöyle der:

“Vallahi bu devirde de öyle zatlar var ki; akıp giden şu ırmağa bir nazar etmeye görsünler ırmak tersinden akmaya başlar.” Sufiler bakarlar ki ırmak tersinden akıyor. Ama soruyu soran nadan bunu göremiyor çünkü görmek için göz gerek, gönül gerek, aşk ve irfan gerek. Wattpad kitaplarının müdavimlerinden böyle bir ayıklık beklemek akla ziyan, gönle girân olur zannımca. Ama yol daim doğru gider yolcular gitmese de... Kuşadalı İbrahim Halveti (1845), “Kiri kir yıkar, körü kör yeder. Kire köre bakma yol doğru gider.” derken tam da bunu kastetmektedir.

Yolda olalım ama yoldan çıkmayalım. Yoldan çıkmaktansa yolda kalalım, oturalım, geç gidelim, hedefe varmayalım, varamayalım, inanın dert değil ama yolda çıkmayalım çünkü yoldan çıkmak caiz değildir. Yol dediğin Neşet Ertaş’ın tüyosunu verdiği “kalpten kalbe giden gizli yoldur.”

Bugünlük bu kadar. Allah’a Emanet Olunuz.