Ne zaman yazmaya niyetlensem başlık seçmekten zorlanırım, bu başlık yokluğundan değil, başlığın çok olmasından. 
Gün geçmiyor ki kendimizi kısır bir çekişmenin içinde bulmayalım. İşin garip tarafı “bizim problemimizi çözsün ve yaşamımızı biraz kolaylaştırsın” derken, onlar daha da hayatımızı kolaylaştıracak bir girişimden bulunamıyorlar. 
Onlarda haklı çünkü kendilerinin geleceğini garanti altına almayınca halkı düşünecek zamanları olmuyor. 
Son zamanlarda bir darbe söylentisiyle birbirilerini itham etmeye ve suçlamaya başvuruyorlar. Her imali sözlerin arkasında, “Ne yani darbeyle mi iktidara gelmek istiyorsun? Bir yerlerde sinyal mi aldın?” gibi boş, abes ve saçma sapan sözlerle gündem değiştirmek daha işlerine geliyor. 
Türkiye’de 27 Mayıs’tan son darbe girişimine kadar geçen zamanlardaki darbeleri gördük. Bunların bir kısmı fazla hasarsız savuşturulurken bazıları da hayatımızda tamir edilemeyecek hasarlar bıraktı. 
27 Mayıs’ın ettiği tahribat hala onarılamadı, onarılmayacak olmasından değil onarılmak istenmesinden kaynaklanıyor. Cemal Gürsel devrini yaşayan çok az kimse kaldı. 
O zamanlarda nüfusun % 70’den fazlası kırsal kesimde yani köylerde yaşıyordu. Köyde yaşam demek üretmek demektir. (O köylüler şimdi tüketici duruma geldi) O zamanlarda öyleydi, komşu ilişkileri daha sıcak, yardımlaşma son derece ileri bir düzeydeydi. Köy odaları olur boş zamanlarda bilhassa kış mevsimlerinde oralarda toplanılır, sohbetler edilir, ele geçen kitapları okuyacak birileri bulunursa ona okutulur ve herkes can kulağı ile dinlerdi. 
Karacaoğlan, Leyla ile Mecnun, Heyber Kalesi gibi kitapları ben de okumuş veya okuyanları zevkle dinlemişimdir. Şehre gidenler ihtiyacı olanların siparişlerini el verdiğince getirmeye çalışırdı. O zamanın en elzem ihtiyacı lamba şişesi veya çay şekeri ki o koca koca Turhal şekerinin tadı başkaydı. 
Kırşehir’de benim doğup büyüdüğüm köyde üç tane radyo vardı.  Bir tanesi bizim evde idi ve ajans zamanı oda dolar gençler ayakta, yaşlılarda buldukları yerlerde oturarak pür dikkat sonuna kadar haberleri dinlerlerdi. 
İzmir’e tütün dikmeye gidenlerden hariç pek çoğu şehre bile gitmemiştir ki, köyümüz Kırşehir’e 20 kilometre uzaklıkta ve at arabaları ve merkeplerle gidilirdi. Şehre daha uzak köyler ilk konak yeri olarak köy odalarını kullanır bir gece orada kalırlar ertesi gün devam ederlerdi.
Radyoların pili ve bataryası biter diye sadece haberlerde çalıştırılırdı. Hiç unutmam batarya dört köşe biraz ağır ve fiyatı 45 TL pil 7,5 TL ve şimdiki küçük su şişesi kadardı. O zaman yanında kuzusuyla bir koyun 12,5 TL olduğunu hesaplarsanız, radyo sahibi olmak ve her gün radyo dinlemek ne kadar pahalı bir araç olduğunu düşünebilirsiniz.
         27 Mayıs ihtilali hakkında çok kitaplar ve yazılar yazıldı. Bu yazıları imkânı olanlar yani zamanında gazete okuyan veya radyo dinleyenler duymuş olabilirler. Salim Başol’un sesi hafızamda öyle derin kazılmış ki, yıllar geçmesine rağmen hala kulaklarımda çınlar. 
O zamanlar televizyon kanalları yok, haber yalnız radyo ve gazetelerde öğreniliyor. O günkü olayları analiz edip değerlendirecek yaşta olmadığım için her duyduğuma inanır oluyorduk. Fakat zaman ilerledikçe ve bazı gizli olayların açığa çıkmasıyla biraz daha mantıklı düşünür oldum. 
Şunu belirtmek isterim, Adnan Menderes’in sucu asılacak kadar ağır değildi. Fakat yapılan ihtilalin meşrulaştırılması doğrultusunda idamlar gerçekleşmiştir. Daha sonraki darbelerde idam edilen kimselerin hiç bir idamlık sucu olmadığı defalarca telaffuz edilmiştir. Ama ne yazık ki giden geri gelmiyor ve zamanın idarecilerini hiçte affettirmiyor. 
Yapılan veya teşebbüs edilen ihtilallerin hiç birinin savunulur tarafı yoktur. Bunlar ülkemize, demokrasimize ve ordumuza da büyük zarar vermiştir. 
Bugün hala bir takım kişilerin darbe söylemleri ve tepkiler inanın demokrasiyi özümsemiş herkesi üzüyor.