Ülkemizin herhangi bir ilinde şiddeti ne olursa olsun bir deprem meydana gelmesi halinde hemen İstanbul konuşulmaya başlanıyor.
Geçtiğimiz günlerde de, Elazığ ve Malatya illerimizde deprem meydana geldi, bu iki ilimizden daha fazla İstanbul konuşulur oldu.
İnsanın aklına elbette ki ilk önce İstanbul’un konuşulmasının nedenleri geliyor. Acaba İstanbul yıllarca siyasiler tarafından rant uğruna çarpık yapılaşmalara fazla izin verildi de onun için olası bir deprem de hasarın ağır olacağından mı endişe duyuluyor diye düşünülmektedir.
Şöyle biraz geriye doğru gidelim, Erzincan depremini, Marmara depremini, Van depremini ve en son olarak da Elazığ ve Malatya depremini göz önüne getirelim. Yerleşim yerlerinde ağır hasar ve çok sayıda can kayıpları… Evsiz barksız kalan aileler, anasız ve babasız kalan çocuklar.
Tüm bunlar bizim ülke olarak milletçe yaşadığımız derin acılardır. Acıklı günlerimizde milletimiz bir bütün olmasını, gerektiğinde yardım etmesini biliyor ve öyle de davranıyor. Ancak bu bizim ne övünç ne de sevinç kaynağımız olmamalıdır. Zira meydana gelen hasar ve can kayıplarına deprem değil çürük yapıların sebebiyet verdiği gerçeğini hiçbir zaman göz ardı etmemeliyiz.
Elbette ki ülkemizde bu gibi istenilmeyen olayların yaşanması halinde devlet yetkililerinin, siyasi aktörlerin, sivil yardım kuruluşlarının olay yerine gelip halkın yaşadığı acıları paylaşmaları, yaraları sarmak için çaba göstermeleri ve yardım ellerini uzatmaları doğru ve takdire şayan yaklaşımlar olarak kabul edilmelidir.
Öncelikle yaşadığımız bu tür olaylardan ders çıkartmalı ve Japonya’da çok daha şiddetli depremlerin meydana geldiğini hasar ve can kaybının yaşanmadığını, ülkemiz de ise 6 şiddetinde meydana gelen bir deprem de hasar meydana gelip can kaybının da yaşandığı gerçeğinden hareket ederek yapacak çok işimizin olduğunu bilmeliyiz ve kabul etmeliyiz.
Deprem gerçeği diyoruz ya, ülkemizin hareketli bir deprem kuşağı üzerinde yer aldığını hepimiz biliyoruz. Kaldı ki Kırşehirimiz de deprem kuşağı içindeydi. Hatta 1.derece. Sonra nasıl olduysa deprem riski az olan iller arasına alındık. Şahsen bu durum benim gibi bütün Kırşehirlilerin de kafasında soru işaretleri bıraktı.
Bütün bunlara ve gerçeklere rağmen, hiçbir şey olmamı, olmayacakmış gibi yaşamaya devam ediyoruz. Ancak deprem olunca hatırlıyoruz bu gerçeği.
Bunca yaşanan acı olaylardan ders çıkarmıyoruz, gerçekleri hep gizlemeye çalışıyoruz, ancak faylar kırıldıkça yeniden o acıları yaşamaya başladıkça gizlemeye çalıştığımız duygularımız, düşüncelerimiz, davranışlarımız ortaya çıkıyor ne yazık ki…
Şehirleşme planları yaparken, binaları dikerken, yapıları denetlerken, rüşvetle kat çıkarken, arsanın değerini katlamaya çalışırken, evde tadilat yaparken deprem gerçeği aklımıza hiç gelmiyor nedense...
Bir doğa olayı olan depremi engellemek mümkün değildir. Din, dil, ırk ayrımı yapmıyor, yıkıp giderken canlar alıyor. Acıları hep yeniden derinleştirerek yaşatıyor. İşte bunun için devletimiz acilen önlem almalıdır. Maliyeti ne olursa olsun tüm illerimizdeki binaları kontrolden geçirmek suretiyle çürük yapıları yıkıp yeniden inşa etmelidir. Memleketin Kızılay üzerinden vakıflara para aktaracak zamanı artık olamamalı, bu ve buna benzer olayları konuşarak heba edilecek vakti de artık olmamalıdır. Zaman iş yapma zamanı, zaman icraat zamanı, zaman halka hizmet zamanı olmalıdır. Zira yakın gelecekte her şey çok geç olabilir.