Türkiye geçtiğimiz günlerde kelimenin tam anlamıyla kıyameti yaşadı! Yıkım, ölüm, buz gibi hava koşulları, kapanmış yollar, yardım gidemeyen yerler, saatler sonra kurtarılan canlar, her geçen gün artan ölü ve yaralı sayısını ekranlardan kanı çekilmiş bedenlerimiz, feri sönmüş gözlerimizle izliyor, dualar ediyoruz. Ölenlerimize Allah’tan gani gani rahmet diliyorum, yaralılarımıza ve halen göçük altında umutla bir el bekleyenlere de Rabbimin sonsuz rahmetinden şifa ve yardım niyaz ediyorum.

Acı büyük, yıkım büyük, kayıp büyük, devletin ve milletin omuz omuza mücadelesi büyük, yurt dışından kardeş ve dost ülkelerden gelen yardımlar büyük… Ekranlardan deprem bölgelerinin görüntülerini izliyoruz, bazı binalar deprem bittiği halde aldığı hasarlar nedeniyle yıkılmaya devam ediyor. Kadim Anadolu şehirlerinin kent merkezleri, kimi ilçeleri haritadan silinmiş adeta.Tüm bu acı ve yıkımların şoku atlatıldıktan sonra tartışılacak, üzerine gidilecek bir mesele daha var ki ben bu tartışmayı şimdiden açıyorum. Depren her ne kadar takdiri ilahi bir doğal afet olsa da, yıkım ve ölümlerin mesulü ranttır, paradır, aç gözlülüktür. Kimi müteahhit ve siyasilerin el ele kurdukları imar ve rant çarkının bedelini masum insanlar ödemiştir.

Dronlarla çekilmiş deprem bölgelerinin görüntülerine baktığımızda kimi yıkım yerlerinin dama taşı gibi olduğunu görüyoruz. Yani kimi binalar yıkılmışken kimi binalar aralarda sapasağlam durmakta. Bu durum belli bir hat boyunca değil satıh boyunca böyle. Yani yıkılmış yerler fay hattı üzerindeki yerlerdir gibi bir savunma yapmanızı mümkün kılmayan bir durum. Açıkça çürük malzeme, ya da amiyane deyimle klasik malzemeden çalma durumu kokan yıkımlar bunlar! Türkiye deprem gerçeği ile iç içe yaşamaktadır, bilhassa 1999 depremi sonrası yasal düzenlemelerle ciddi çalışmalar yapılmıştır. Deprem yönetmeliğimizde revizyonlar yapılmış, “kâğıt üzerinde” inşaat yapmak ciddi kurallara bağlanmıştır. Ancak uygulamada bu kuralların aşıldığını hepimiz biliyoruz. Namuslu ve işini iyi yapan müteahhitler bir yana rahmetli Özal’ın deyimiyle “işini bilen(!)” memur, siyasetçi ve müteahhitler rant, rüşvet, hile çarkı ile nice inşaatlar yapmaya devam etmişler, ev zannettiğimiz ama esasında birer tabut oldukları her deprem sonrası ortaya çıkan inşaatlar yapmışlardır.

Bu deprem ile acı bir şekilde bir kez daha öğrendik ki, yasalar para ile, rüşvet ile, rant çarkı ile hep delinmiş, delerken de bir kereden bir şey olmaz değil, birçok kereden bir şey olmaz denilmiş. Birileri milyonlarına milyonlar katıp lüks villalarında para sayarken, bu masum ve kadersiz zavallı halk ise ev diye kendi tabutlarına yerleşmiş. Deprem görüntülerini izlerken yeni evli bir çiftin ölüm haber verilirken ölen gelinin annesi feryat ediyordu; “kızıma ev değil tabut almışım” diye. İşte gözden kaçmaması gereken bu tabutu satanlardır. Bir haberde depremden önce yaklaşık 3 milyon liraya satışa çıkarılmış, ilanda depreme dayanıklılığı övülmüş, ancak depremde birkaç saniyede yerle bir olmuş koca bir binanın görüntüsü vardır. O ilanla o tabut evleri satanlar eğer deprem olmasaydı yalanları ve hileleri ile kazandıkları milyonlara milyonlar katmaya devam edeceklerdi.

Bu yıkılan binaların hepsinin suçlusu deprem değildir, onca ölümün müsebbibi de deprem değildir. Japonya’da aynı şiddette deprem olduğunda birkaç kişinin öldüğünü duyuyorsak, bizdeki on binlerce ölümün katili deprem değil, rant ve rüşvet çarkına dahil olmuş her memur, her müteahhit, her siyasetçidir. Onlar kelimenin tam anlamıyla bu deprem felaketinin katilleridirler! Bu cinayetin tüm delilleri de deprem bölgelerinde ayan beyan ortada katilleri işaret etmektedir. Soruşturma, yargılama ve cezalandırma için Türk adaletinin bir an önce harekete geçmesini bekliyor deliller. Suçlular da bunun farkında, lüks villalarında ekranlara bakarken ölenlere üzülmeye dahi fırsat bulamıyorlar tir tir titreyerek yargının ellerinin her an kendilerine uzanacağını biliyorlar çünkü… Onları daha fazla bekletmeden depremin acısının sıcaklığı ile yargı derhal harekete geçmelidir.

Müteahhidin Sorumluluğu için hukuki düzenlemeler yeterli değildir. Kural olarak müteahhitler “gerekli özenin gösterilmemesinden” ve “ruhsata aykırı şekilde bina inşa etmesinden” doğan zararlardan hukuken sorumludurlar. Türkiye gibi deprem riskinin yüksek olduğu bir ülkede bu olgunun gerektirdiği kurallara uygun olarak yapılaşma gerektiği gibi sıkı denetim de gerekmektedir. Müteahhidin cezai ve hukuki bir sorumluluğunun doğması için bu binayı kural ve kaidesine uygun yapmaması, kullanılan malzemenin uygun olmaması, statiğin hesaplanmaması, plan ve projenin uygun olarak çizilmemesi gibi eksik veya hatalı olarak yapılması gibi sebepler gerekmektedir. Yani müteahhidin açık bir kusuru olmalıdır. Her şeyi uygun olarak yapması hâlinde yine de deprem bir yıkıma neden olursa illiyet bağının kesilmesi sebebiyle o zaman elbette müteahhide bir sorumluluk yüklenemeyecektir.

Yargıtay deprem sebebiyle meydana gelen hasarlarda haksız fiil sorumluluğunu kabul etmekte ve sorumluluk açısından da müteselsil sorumluluğu kabul etmektedir. Bu da binanın müteahhidi ile proje müellifini, hasarın meydana gelmesindeki kusur oranlarına bakılmaksızın oluşan zararın tamamından birlikte sorumlu tutmaktadır. Haksız fiil, kusurlu ve hukuka aykırı bir davranışla bir başkasının mal veya şahıs varlığına zarar vermektir. Haksız fiilin mevcut olabilmesi için; fiil, zarar, kusur, hukuka aykırılık ve uygun illiyet bağının bir arada bulunması gerekir. Unsurlardan birinin eksikliği haksız fiil oluşmasını engellemektedir. 

Cezai sorumluluk açısından ise yapı uygun şekilde yapılsaydı hiç doğmayacak bir yaralama veya ölüm meydana gelirse müteahhit taksirle öldürme ve yaralamadan sorumlu olacaktır. Burada müteahhidin gerekli dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı kusurlu bir davranışı ile öngörülemeyecek şekilde başka bir kimsenin hayatına son vermesi durumu söz konusu olacağı için “Taksirle Ölüme Neden Olma” suçu oluşacaktır. Bu suç 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 85. maddesinde şu şekilde düzenlenmiştir:

“TCK Madde 85- (1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Taksirle yaralama suçu ise aynı kanunun 89. maddesinde düzenlenmiştir:

“TCK Madde 89- (1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.”

Ekranlardan her saniye artan ve binlerce ile ifade edilen ölü sayısına, yıkılmış on binlerce binaya, on binlerce yaralıya bakarken bu yasa maddelerine bir kez daha bakıyorum ve hiçbir anlam ifade etmediğini, ne kadar hafif ve yetersiz olduğunu, caydırıcılıktan ne kadar uzak olduğunu görüyorum. Devlet deprem kurtarma çalışmalarını beklemeden hem sorumlular hakkında derhal harekete geçip, sorumluları tespit edip soruşturma ve tutuklamalara başlamalıdır. Meclis ve Cumhurbaşkanı ise bu hususta daha caydırıcı ve etkili yasal düzenlemeler yapılması için çalışmaları başlatmalıdır. Deprem bu coğrafyanın bir gerçeğidir. Lakin birilerinin de rant, rüşvet, hırsızlık ve hile ile yarar sağlamaya devam etmesi, sonunda ise etkili hiç bir yaptırıma tabi tutulmaması da bu coğrafyanın, bu milletin, bu devletin bir gerçeği olmamalıdır.

İnşaat mevzu o kadar önemlidir ki, 4000 yıl önce Hammurabi Kanunları denilen yazıtlarda dahi bahsedilmiş, sorumlular sıkı bir cezaya tabi tutulmuştur. Mezopotamya uygarlıklarından Babil kalıntılarında bulunan, dünyanın en iyi korunmuş tabletlerinde yazılı kanunlar, adını Kral Hammurabi’den (M.Ö 1792-1750) alıyor. Kısmen Sümer kanunlarına dayanan kanunlar, yaklaşık M.Ö 1760 civarında iki metrelik silindirik bir taş üstüne çivi yazısıyla yazılmış. 282 maddeden oluşan metnin tamamı deşifre edilmiş durumda ve 229. madde inşaatla ilgilidir ve aynen şu şekilde tercüme edilmiştir;

“Bir usta herhangi biri için bir bina inşa eder ve bu binayı uygun bir şekilde yapmazsa; inşa ettiği bina yıkılıp sahibini öldürürse, inşaatı yapan da öldürülür.”

Ben günümüz dünyasında elbette malzemeden çalan, masum halkı ev diye tabutlara yerleştiren sorumlular idam edilsin demiyorum, lakin 4000 sene önceki medeniyetin bu duyarlılığını ve inşaata işine verdiği önemi anlamaya ve daha ağır cezai yaptırımlar yapılması gerektiğine dikkat çekiyorum. Zira yaşadığımız şu KIYAMET gibi DEPREM zaten bizlere her şeyi yeterince anlatıyor… Başka kıyametler yaşanmaması için yasa, denetim, tedbir ve ceza eşgüdümlü bir bütün haline getirilmelidir.

                                                                                                            Av. Bülent DEMİRBAŞ