Hangi densiz bunu insanlığın başına bela etti bilinmez ama bu tiksindirici ve içinde ne tür pislikleri barındırdığı saymakla bitmeyen melanet sigaradan bir nefes çeken kolay kolay bir daha onu bırakamamakta, başta akciğerlere darbe vurarak nefes yollarını daraltıp nefes almada güçlük çektirmekte, zamanla zayıf bıraktığı vücudu sayısız hastalıklar davet ederek ahrete havale etmektedir.
İlk önceleri tiryakileri temin ettikleri tütünü kâğıda bin bir zorluklarla sararak içerlerken sonradan Tekelin fabrikalarında Üçüncü, İkinci, Birinci, Bafra, Gelincik Yenice, Kulüp gibi çeşitli adlarda makinalarda sarılmış paketlerle piyasaya sürülen sigaralar bakkal tereklerinde yerlerini aldıktan daha sonraları içindeki nikotini azaltmak amacıyla ilk önceler Samsun, Maltepe ve diğer marka filtreli sigaralar üretilmeye başlandı.
Yıllar önceleri şehirlerde imkanı olanlar her köşe başına açtıkları bakkal dükkanlarında nüfus yoğunluğu nedeniyle müşteri sıkıntısı olmadığından evlerinin geçimini temin ederken bir çok köyde bakkal müşterisi olmadığından dolayı bulunmuyor, büyük köylerde de sayısı bir ya da ikiyi geçmeyecek kadar azdı.
Bakkal Sıkı selim köyünün ekonomik durumuna göre varlıklı kişilerden sayılırdı. Çiftçilik ve hayvancılığının yanında ek olarak bakkal dükkânı açmış yetişkin oğulları diğer işlerle uğraşırken kendisi dükkânını bekler sabahtan akşama kadar eli boş taifesi başından eksik olmaz ajans vakti açtığı kedisi gibi köyde üç kişide bulunan ‘Aga’ marka radyosundan haberleri dinler, “bataryası bitmesin” diyerek kapatıp hemen muhabbeti başlatırdı. Her tür bakkaliye çeşidiyle beraber tütünün yanında ayrıca her marka paket sigaraları da fazlasıyla bulundurur, çok yakını ve kıramıyacağı kişilerin haricinde kimseye zırnık koklatmazdı.
Avunduk Gadir askerliğini sınır karakolunda yapmış, bu sayede kaçakçılardan köyünde kendisine bakkal dükkanı açacak kadar para biriktirmişti. Evleri köyün en kenarında olup sırtını dağa dayamış yüksekçe bir yerdeydi. Babası ölünce başka kardeşi olmadığından oralar kendisine kalmıştı. Evin sokağa bakan kısmına kerpiçlerle bir göz dam yaptırarak buraya bakkal dükkânı açtı. Sermayesi az olduğundan haliyle çeşitleri fazla değildi. Paket sigarası az olsa da askerden gelirken dükkân açmayı aklına yer ettiğinden dolayı yanında bolca tütün ve kâğıt getirmişti.
Vicdan sahibi ve iyi niyetli birisiydi. Genelde parasız gelen müşteriyi boş çevirmemeye bakar, deftere yazarken de “bu dürzü getirmez getirmiye amma şimdi kaalik yazalım baalım” diye kalemi elden düşürmez sonrasında da verdiğine pişman olur “elin asiğini, gediğini temam itmek sanamı galdı, yarin boşalan yerini nasıl dolduracaan Avunduk efendi” diye kendi kendisine kızardı.
Bazı ev komşularının elleri zamanın ekonomik şartlarından dolayı biraz çap olsa da bunlara pür dikkat kesilir gelenleri hemen başından def etmeye çalışırdı. Bunlardan biriside Sarı Gadir’di.
Sarı Gadir kendinden küçük kardeşiyle “everirdin, evermezdin” diye tartışmış, bunun verdiği öfkeyle tütünün biri biterken bir diğerini yakmış haliyle bir sarımlık tütünü dahi kalmamıştı. Hanımı evin içinde ne kadar kıyı bucak komayıp aradıysa da bir gram tütün bulamamıştı. Üstelik cebinde, koynunda beş kuruş ta yoktuki tütün alsın. “Ulan bu meret adama düşmandan bile isdedir” diyerek evden çıktı . “Şimdi galkıp Avunduğa gitsem geçen gün bi daha dükkânıma gelme gardaşım benim sennen işim yok diye beni gapıdan koodu. Vermez vermiyede isdiyenin bi, vermiyenin iki yüzü gara, iyisi mi ben Sıkı Selim’in yanına gidiyim bari” diye düşünerek orasının bir gün önce yağan yağmurla oluşan çamuruna aldırmadan düşe kalka köyün orta yerinde bulunan bakkalın yolunu tuttu.
Devir Menderes devri idi, Kıbrıs’ta Rum’lar ve Türk’ler arasında sorunlar, çıkmış radolarda üniversite öğrencilerinin “Ya ölüm, ya Kıbrıs” diye yürüyüş yaparlarken attıkları sloganlar yurdun her yerinde olduğu gibi Sıkı Selim’in dükkanından da etrafa duyuluyordu. İçeride oturanlar kulaklarını radyoya vermişler iğne atsan yere düşmeyecek gibiydi. Sarı Gadir “şu galabalıkta tütünü nasıl veresiye isdeyim, ileride köylüler başıma kakıç iderler” diyerek tekrar geldiği yoldan kör pişman Avunduk Gadirin bakkalına doğru yürüdü. Yolda giderken birkaç tanıdığı sigara içiyordu. Onlara gıpta ile baktı.” Elin dumanı ele fayda verir mi, verseler bari de dumanından bi sıkım ciğerlerime çeksem bana yeter” diye düşünse de bundan vazgeçip yoluna devam etti.
Avunduk Gadirin kapısına geldiğinde yorgunluk ve ‘tütünü verir vermez’ kaygısından dolayı kırk yamalıklı gömleğinin sırt ve koltuk altı kısmı terden sırılsıklam olmuştu. Dükkanın kapısının kolunu hevesle tutup zembeleğni yukarı kaldırırarak itekledi. Dükkan açılmıyordu. Bunu defalarca tekrarlasa da değişen bir şey olmamıştı. Üzüntüden eli ayağı birbirine dolaşmış, ümitleri suya düşmüştü. “Ulan bu dürzü beni gördü de veresiye isder diyi acep dükkana mı saklandı” diye düşündü.
‘Belki de işi çıkmış bir yere gitmiştir, biraz sonra gelir’ düşüncesiyle dükkanın iki sıra yüksekliğindeki taş basamağına oturup beklemeye başladı. Kendisine göre aradan belki bir asır geçmişti ama gelip meydanda dükkanı açan bir kimse yoktu. Arada sırada gelip geçenler kendisine selam verseler de onun aklı fikri açılmayan bakkal ve alacağı tütündeydi.
Boş yere beklemenin bir faydası yoktu, bir şeyler yapmalıydı. “Eve bari bakayım” diyerek çatal kapının bir kanadını hafiften aralıyarak birkaç kez ”Gadiir, Gadiiir” kimseden ses seda çıkmayınca da bu kez “Sariye bacıı, Sariye bacııı” diye Kadirin hanımını çağırsa da durum değişmemişti. Avluya adım attı, hem yürüyor hem de aynı isimleri tekrar çağırıyor ama kapıların birinden çıkan olmuyordu.
Evde kimsenin olmadığına kanaat getirdi, birden ‘kör şeytanın atına’ binmesiyle olanca iştahı kabardı. İçinden gelen kötü düşüncelere yenilmesiyle kapıları tek tek aceleyle yoklayarak amacına ulaşma gayretine girdi. Bütün kapılar kapalıydı biri hariç.
Avunduk Selim köylü de doğru dürüst para olmadığından yerine göre verdiği çeşit karşılığı buğday, arpa, nohut, mercimek, bulgurluk şahman buğdayı gibi mahsülleri alır bunları da evinin kilerine kerpiçten yaptığı ‘buğday gözü’ denilen yerde biriktirirdi. Ayrıca bunları ölçmek için urup, çerik ve şinik denen ölçü aletlerini de “ele gitmeyeyim, belki vermez” diye kilerde bulundururdu.
Sarı Gadir kilerin kapısını açmasıyla beyninden vurulmuşa döndü. Gözleri ‘fal taşı’ gibi açılmıştı. İçeride neler yoktu ki. Bunların hiç birisi daha şimdiye kadar kendi evinde olmamıştı. Gözleri birden gözdeki buğdaylara ve yanındaki o an için orada bulunan urup ve şiniğe takıldı.
Şimdilik ona tütün almak için para yerine geçen buğday lazımdı. Aceleyle bunun ikisini buğday ile doldurup dışarıda kimsenin olmadığını fark ettikten sonra sokağa çıkarak hiçbir şey olmamış gibi tekrar gelip dükkânın önüne oturdu.
O gün Avunduk ve eşi Sariye evlerinin biraz üstünde ki soku taşında tokmakla bulgur dövüyorlardı. Sariye kadın çatal kapının kilidini kilitledim mi, kilitlemedim mi diye tereddüte düştü. Bunu kocasına dese biliyor ki kendisine kızardı. “Çok sıkıştım bana müsaade et ” diyerek kocasından izin alıp evin yolunu tuttu.
Sariye kadın yukarıdan aşağı dar sokak yolundan inip “çatal kapı açık mı kapalı mı” diye tam yoklayacaktı ki birden dükkanın kapısında duran Sarı Gadir’i aynı anda Gadir’de Sariye kadını fark etti.
Sarı Gadir “nerdeydin yahu Sariye bacı, şurda iki saaddir tütün alacaam diye gomşu hatirine Sıkı Selim’e gitmeyip sizi bekliyom, şunları hesapla da içini boşad, gaplarımı bana geri getirmeyi unutma, yerine tütün ver yoosa şurda cuvarasızlıkdan çatlıyacaam” derken basamakta duran içi buğday dolu urup ve şiniği ona gösteriyordu.
Sariye kadına kocası “ben şaare matak almıya gittiğimde dükkan kapalı kalmasın, satış yapsın” diye alış verişi öğretmişti. Kadın dükkanı açtıktan sonra hesabını yaparak buğday bedeli Sarı Gadire tütünleri teslim ettikten sonra dükkanı kilitleyip ”Gadir ağa sen dışarıda bekle de ben urup la şiniğini bi solukda boşadıp hemen getiriyim” diyerek çatal kapıdan evine girdi.
Sariye Gadın Sarı Gadir tütünü sarıp tüttürürken kilere kapları boşaltmak için girdiğinde kendi urup ve şiniğinin yerinde olmadığını hemen fark etti. O zaman çatal kapı ve kiler kapısını evden çıkarken telaşla açık bıraktığını anlamakta gecikmedi. Mesele şimdi anlaşılıyordu. Durumu kocasına diyecek olsa ondan sopa yiyeceğini biliyordu. O an hızlıca düşünerek kendince bir plan yaptı.
Sariye kadın çok uyanık birisiydi, hiçbir şey olmamış gibi hareket ederek urup ve şiniği getirip Sarı Gadir’e teslim etti. Sarı Gadir bu işe biraz şaşırsada bunu karşısındakine belli etmemeye çalışıyordu. Zaten tütün ve yanında gelen urupla şiniğin sevincinden işin üstünde fazla da durmamıştı.
Aradan iki üç gün geçtikten sonra kurduğu plan gereği Sariye kadın komşuları Sarı Gadirin kapısını dövdü. Kapıyı çocukluk arkadaşı aynı zamanda uzaktan akraba kızı Gadirin hanımı Hariye açtı. Misafirinin altına avluya bir minder koyduktan sonra “gıyız sana bi kase ayran yapıyım da iç, her gün bizim gapıyı mı biliyon” dedikten sonra evinin sofasına girdi.
Her ne kadar gelmişten geçmişten konuşsalar da Sariye’nin aklı fikri mevzuya nereden ve nasıl başlamanın hesabını yapıyordu ki Hariye avluda eşinen aç tavukları görünce ”gıyız bana az müsaade idde şu hayvanlara birez yem atıyım sabah beri ac duruyollar”. Sariye’nin aradığı fırsat şimdi eline gelmişti. “Vallaha Hariye bende sana onun için geldiydim, inan bizim tavuklar nerdeyse evde ac ölecek, bana bi urup bide bi şiniğnen yemlik büydeyi öncüt ver, enişdene müşderiler getirince gaplarıynan geri getireyim.
Hiçbir şeyden haberi olmayan zavallı Hariye ”olsa vermez miyim gıyız, vallaha bu attığımson yemleri, yarin kimden öncüt isdicasem” derken karşısındakini buna inandırmak için yeminler üstüne yemin ediyordu.
Sariye kadın da hiç boş durur mu, o da karşısındakini buna inandırmak için yemin üstüne yemin ederken nereden aklına geldi bilinmez “DENE GİBİ DERT ÇEKİYİM Kİ gaplarını içindeki buydeyininen sana geri getirrim derken kurduğu plan gereği ağlamamak için kendisini zor tutuyordu.
Sesler odasında uyku çeken Sarı Gadire kadar ulaşmış adamı uykusundan etmişti. Uyku sersemliği ile boş bulunup dışarıdakilere duyuracak şekilde yüksek sesle “bi göz buydeyi ne vakıt bitirdin de fıkare gapısına yemlağa geliyon, biziminen matırah geçmiye utanmıyonmu” derken farkında olmadan bir kalbur inciri berbat ettiğinin nereden bilsin.

Öyküleri şahısları küçük düşürmek, mirasçılarını rencide etmek için yazmıyorum.