MA­HAL­LE­Lİ ka­dın­lar öğ­le­den sonra bir duvar göl­ge­sin­de bir araya gelir asıl amaç de­di­ko­du yap­mak olur­ken kimi eline al­dı­ğı çe­şit­li iş­le­ri bi­tir­me­ye ça­lı­şır, ki­mi­le­ri­de ren­ga­renk yün­ler­den ör­gü­sü­nü örer, oğlan eve­recek ka­dın­lar­da o so­kak­tan ge­çer­ken adres sorma ba­ha­ne­siy­le otu­ran­lar içe­ri­sin­de ya da sokak veya ma­hal­le­de ev­le­necek kız var mı yok mu? onu araş­tı­rır­lar­dı.
Der­man­sız Sa­ki­ne kır­kı­nı biraz geç­miş zayıf, soluk be­niz­li, otur­du­ğu yer­den kalk­ma­ya me­ca­li ol­ma­yan has­ta­lık­lı bir ka­dın­dı. Ev­le­ri şeh­rin bağ­lık bah­çe­lik kenar ma­hal­le­le­rin­den bi­ri­sin­dey­di, ge­nel­de ma­hal­le­nin sa­kin­le­ri köy­lü­ler­di. Şe­hir­de otur­sa­lar bile şe­hir­den uzak­tay­dı­lar, köy­de­ki ge­le­nek, gö­re­nek­le­ri­ni ister is­te­mez bu­ra­da devam et­ti­ri­yor­lar, lakap tak­ma­ya he­ves­li ol­duk­la­rın­dan bunu bir türlü ihmal et­mi­yor­lar­dı.
Sa­ki­ne’de bu olum­suz­luk­lar var­ken ona da Der­man­sız la­ka­bı­nı tak­ma­da ge­cik­me­di­ler. Der­man­sız Sa­ki­ne kaç dok­to­ra git­tiy­se şeker has­ta­lı­ğı denen il­le­tin bir türlü pen­çe­sin­den kur­tu­la­mı­yor­du. Ak­lı­na ne­re­den ta­kıl­dı bi­lin­mez “Ben ya­kın­da öle­ce­ğim, öl­me­den şu oğlum Süslü Onur­han’ın mü­rü­ve­ti­ni gö­re­yim” diye ko­ca­sı Susuz Şa­ki­rin karşı çık­ma­la­rı­na rağ­men her sabah ev iş­le­ri­ni bi­tir­dik­ten sonra ya­nı­na tak­tı­ğı bir­kaç hanım ar­ka­da­şıy­la ak­şa­ma kadar ma­hal­le ma­hal­le ‘o sokak senin bu sokak benim’ kız bak­mak­la vakit ge­çi­ri­yor­du.
Onur­han daha henüz on sekiz ya da on dokuz ya­şın­day­dı, iki yılda bir sınıf ge­çe­rek ancak li­se­yi bi­ti­re­bil­miş­ti. Dünya onun umu­run­da bile de­ğil­di, nasıl olsa ba­ba­sı ti­ca­ri tak­si­ci­lik yapan Susuz Şakir’in eli uzun­du, as­ker­den gel­dik­ten sonra ken­di­si­ni bir işe yer­leş­ti­rir­di. Onur­han şık gi­yin­me­yi se­ver­di, ba­ba­sı­nın tek oğlu ol­du­ğun­dan bir de­di­ği iki edil­mez­di. Kes­tir­me­ye kı­ya­ma­dı­ğı o yıl­la­rın mo­da­sı uzun saç­la­rı, aya­ğın­da yük­sek topuk sivri burun ayak­ka­bı­la­rı, en ka­li­te­li ku­maş­tan dik­tir­di­ği İspan­yol paça düşük kemer pan­to­lon­la­rı, onu ta­mam­la­yan sır­tın­da­ki apo­let­li dar göm­lek­ler gi­yim­de ter­cih­le­ri ara­sın­day­dı. Bu yüz­den adı ar­ka­daş­la­rı ara­sı­na Süslü Onur­han’a çık­mış­tı. Ak­şa­ma kadar eli boş ta­ife­si ar­ka­daş­la­rıy­la gezer, ba­ba­sı acil bir iş çı­kar­sa tak­si­nin anah­ta­rı­nı “Acil işim çıktı bi­raz­da sen çalış” diye üs­tü­ne atar­dı.
An­ne­si Der­man­sız Sa­ki­ne bir sabah kah­val­tı­sın­dan sonra oğ­lu­nu olan­lar­dan ha­ber­dar etme ge­re­ği duydu, “Oğlum böy­ley­ken böyle, ben seni ever­me­den az­ra­il’e tes­lim ol­ma­ya­ca­ğım, ba­ba­nı bile zorda olsa razı ettim, gel şu hasta an­ne­nin gön­lü­nü kırma, yal­va­rı­rım bana evet de”.
Onur­han’ı razı eden Der­man­sız Sa­ki­ne’ye adeta güç gel­miş­ti, dur durak bil­mi­yor evine ve oğ­lu­na uygun ‘temiz süt’ emmiş bir kız arı­yor­du. Günün bi­ri­sin­de bir ak­ra­ba­sı­nın tav­si­ye­siy­le bir evin ka­pı­sı­nı çaldı, ka­pı­yı açıp içeri buyur eden kız çok gü­zel­di, kıza adeta kanı kay­na­mış­tı, araş­tır­ma­la­rı so­nu­cu ge­çi­mi­ni ber­ber­lik­le temin eden Rasim Usta’ya ve aile­si­ne kötü diyen bi­ri­si­ne rast­la­ma­dı. Akşam ye­mek­ten sonra ka­dın­ca­ğız ko­ca­sı­na ve oğ­lu­na me­se­le­yi açtı. Susuz Şakir; “Yarın akşam ya­nı­na bir­kaç ak­ra­ba alda kız gör­me­ye gi­de­lim hanım” de­yin­ce Onur­han; “Baba ev­len­dik­ten sonra evde bir hu­zur­suz­luk çıktı, hadi kız ba­ba­sı ya beni us­tu­ra­dan ge­çi­rir­se ben bu işte yokum, iyisi mi siz başka ka­pı­ya bakın.
Elde ne kapı biter ne de kız, an­ne­si­ne söz ver­di­ği halde genç yaşta ev­len­me­ye razı olup me­su­li­yet al­tı­na gir­mek is­te­me­yen Onur­han üret­ti­ği ba­ha­ne­ler­le ev­len­me­yi er­te­li­yor­du.
Kara Kemal yıl­lar önce as­ker­li­ği­ni bi­tir­dik­ten sonra bir ak­ra­ba­sı­nın yar­dım­la­rıy­la Kay­se­ri’de bir fab­ri­ka­ya işçi ola­rak gir­miş­ti. Aile­siy­le iz­ni­ni ge­çir­mek üzere mem­le­ke­ti­ne gelir, baba oca­ğı­nı şe­nel­ten an­ne­si­nin ya­nın­da kalır, ak­ra­ba, eş dost zi­ya­ret­le­rin­de bu­lu­nur, has­re­ti­ni gi­der­dik­ten sonra izin bi­ti­mi işi­nin ba­şı­na dö­ner­di. “Annem yal­nız kal­ma­sın” diye de on gün­lü­ğü­ne ha­nı­mı­nı mem­le­ke­te gön­de­rir, o ge­lin­ce de ge­lin­lik çağa gel­miş kızı Gül­süm’ü gön­de­rir­di.
Kay­se­ri’de doğup bü­yü­me­si­ne rağ­men Gül­süm kız bu git gel­ler­den do­la­yı baba oca­ğı­na alış­mış, başta ak­ra­ba­la­rı olmak üzere em­sal­le­rin­den kız­lar­la ta­nı­şıp ar­ka­daş çev­re­si edin­miş, bu yüz­den ace­mi­lik ve ya­ban­cı­lık çek­mi­yor­du. Te­sa­düf bu ya Onur­han’ın evli olan kız kar­de­şi Sevgi’de Gül­süm’ün baba an­ne­si­nin ev kom­şu­suy­du. Sevgi Gül­süm’le her kar­şı­laş­tık­la­rın­da ona karşı için­den bir şey­le­rin ak­tı­ğı­nın far­kın­day­dı. 
Kar­de­şi için an­ne­si­nin sağda solda kız ara­ma­sı­na ne gerek vardı. Mü­sa­it ol­duk­la­rı bir gün an­ne­siy­le yaşlı ka­dı­nı zi­ya­re­te git­ti­ler, sağ­dan sol­dan ko­nuş­tuk­tan sonra Der­man­sız Sa­ki­ne asıl me­se­le­yi açtı. Yaşlı kadın; ”Anası elden gelen kız elbet ele gider, eve direk di­ki­lecek değil ya ba­ba­sı­na te­le­fon eder du­ru­mu an­la­tı­rız”.
Ara­dan on gün geç­tik­ten sonra “Oğlan bir resim gön­der­sin­de işin de­la­me­ti­ne ba­ka­lım” diye Kara Kemal’den gelen te­le­fon­la ha­re­ke­te geçen Onur­han şeh­rin ‘Ar­tis­tik Resim Çe­ki­lir’ adlı fo­toğ­raf stüt­yo­sun­da so­lu­ğu alır. Kay­se­ri’den gelen ha­ber­le çe­ki­len resim Kara Kemal ve ha­nı­mı­nın ona­yın­dan geçer. Yal­nız Kara Kemal’in bir şartı var­dır “Kızı ver­me­ye söz ver­dim, şer­bet içil­me­den önce aile­si usu­len dünür olur, ben ge­lin­ce­ye kadar kız ile oğlan bir­bi­ri­ni çok uzak­tan bir ke­re­ye mah­sus gö­recek, o kadar”.
Sevgi kar­de­şi Onur­han’a; “Adam kı­zı­nı ver­me­ye söz, yal­nız siz­ler bir de­fa­ya mah­sus bir­bi­ri­ni­zi uzak­tan gö­re­cek­si­niz, Gül­süm’ün de­di­ği­ne göre ba­ba­sı çok kıs­kaç­mış. Sen Dutlu Çeş­me­de saat on bir gibi bulun ben kızı suya gön­de­re­ce­ğim orada bir­bi­ri­ni­zi gö­rür­sü­nüz”.
Sa­atin on bi­rol­ma­sı­nı sa­bır­sız­lık­la bek­le­yen Onur­han bir türlü bek­le­ne­nin vak­tin­de gel­me­di­ği­ni gö­rün­ce de­li­ye döner, ‘ümit değil mi in­san­la­rı ya­şa­tan’ saat on ikiyi geç­kin üze­rin­de armut de­sen­li el­bi­se­si olan gü­zel­ler gü­ze­li hu­ri­mi­dir? melek midir, bir kız elin­de iki tes­tiy­le çeş­me­ye suya gelir ki görme git­sin. Az önce için­den ab­la­sı­na “Beni boş yere bek­let­tir­din” diye si­tem­ler eden de­li­kan­lı kızı gör­dü­ğü anda çar­pıl­mı­şa döner. Ne ya­pa­ca­ğı­nın bi­le­me­me­nin şaş­kın­lı­ğı için­de Allah’ına ve ab­la­sı­na ak­lı­na gelen bütün te­şek­kür du­ala­rı­nı sı­ra­lar. İşin garip ta­ra­fı kız ken­di­si­ne bak­ma­dan, hiç de oralı ol­ma­dı­ğı gibi tes­ti­si­ni dol­du­rup ev­le­ri­ne gi­der­ken Onur­han buna bir anlam ve­re­mez sa­de­ce “ne kıs­kanç ba­bay­mış, kız kor­ku­sun­dan bana bak­ma­dı bile” diye iç ge­çi­rir.
Kı­zı­nı Onur­han’a ver­me­ye razı olan Kara Kemal aile­siy­le bir­lik­te ya­nı­na ka­tı­lan beş altı kadar eş dost­la ha­yır­lı iş için üç gün sonra Kay­se­ri’den baba oca­ğı­na gelir. Töre ge­re­ği önce önce oğlan aile­si Gül­süm’e dünür olup onu ba­ba­sın­dan is­te­yecek, baba kabul et­tik­ten sonra nişan ya­pı­la­cak, ar­dın­dan şer­bet içi­lecek, ba­ba­nın şar­tı­na uyu­lup kız ile oğlan bir araya ge­le­cek­ti. Akşam ni­şan­lı­sıy­la bu­luş­mak için he­ye­can­dan ne yap­tı­ğı­nı bil­me­yen Onur­han’ı ar­ka­daş­la­rı tes­kin et­mek­te ba­ya­ğı güç­lük çe­ki­yor­lar­dı.
Akşam kız ve oğlan ta­ra­fı nişan yap­mak ve şer­bet içmek için kız evin­de bir araya ge­lir­ler. İş bilir kız ve oğlan ta­raf­lı ka­dın­lar kendi ara­la­rın­da tören işini nok­san­sız ayar­lar­lar, plan­la­dık­la­rı gibi her şey or­ga­ni­ze edi­lir. Şimdi sıra bir­bir­le­ri­ni ilk defa gö­recek olan kız ve oğ­la­nın bir araya ge­le­rek orada bu­lu­nan yaş­lı­la­rın el­le­ri­ni öp­me­le­ri­ne gel­miş­tir.
Gül­sü­mü gör­dü­ğü anda Onur­han adeta bu­na­lı­ma gir­miş­tir, çeş­me­de gör­dü­ğü kızla ni­şan­lan­dı­ğı bu kızın ay­nı­sı ol­ma­dı­ğı­nın fa­rı­na varır. Ger­çe­ği an­la­ma­sıy­la si­nir­den de­li­ye dönüp ne ya­pa­ca­ğı­nı bil­mez bir halde doğ­ru­ca ab­la­sı­nın ya­nı­na varıp “Yak­tı­nız ben ba­cı­ı­ım!” diye kim­se­ye fark et­tir­me­den el­le­ri­ne sa­rı­lır. Meğer Gül­süm ve­ri­len ta­li­ma­tı unu­ta­rak çeş­me­ye hiç git­me­miş, Onur­han’ın çeş­me­de gör­dü­ğü kız baş­ka­sıy­mış