Atalarımız “büyük lokma yut amma büyük konuşma” veya “diyeceğine değil başına geleceğine bak” diye boşa konuşmamışlar

 Veysel ağa; “Veysel ağa, Veysel ağa” diye bağırarak çatal kapıdan hışımla giren çoban’ın sesiyle dalmış olduğu hayal aleminden irkilerek uyandı. Goca Veysel yarı puslu gözlerini açarak hafiften kızgınlıkla “O ne oğlum, yoksa kıyamet mi kopuyor, nedir bu telaşın?” Çoban Tel Tel Ahmet biraz yorgunluğunu topladıktan sonra “sorma ağam sürüye kurtlar saldırdı, kaybımız çok büyük, ben ve çeltağam Şıvgın Ali ile onca köpekler kurtlarla baş gelemedik ağam…”

Şimdi sırası mıydı bütün bunların, kendisini berber Tıfıl Zeynel’in o maharetli ellerinde adeta dansöz gibi dans eden, yüzünü okşayan usturasına ne güzel de teslim etmiş, hayal deryasında yüzerken çoban Tel Tel Ahmet’in yaptığı şu işe bak. Eliyle berberin boynuna geçirdiği tıraş tasını iterek “düş önüme doğru dağa” derken doru atının hazırlanmasını çalışanlardan birine tembihledi.

Yaşlı babası öldüğünde mal mülk, tarla tapan ahırlar, samanlıklar, içi zahire dolu ambarlar, sürülerce koyun, kuzu, sayısı belirsiz inek, dana hasta kardeşi Rüstem ile kendisine kalmıştı.

Veysel’in gözü bunların hiç birisinde değildi, onun başında kavak yelleri esiyordu. Bir Meryem sevdasıyla yanıp tutuşuyor gözü ondan başka bir şey görmüyordu. Bunu fırsat bilen emmisi Topal İsmet, hanımı Gülüzar’ın bitip tükenmeyen hırslarından da cesaret alarak yeğenlerinin tarlalarına karış karış girse de çaldığı dört çizilik yer onun olsa ne olur olmasa ne olur. Ama gel gör ki deveyi hamutu ile yutsalar bir türlü gözleri doymuyor ki.

Veysel’in anası Urguya kadın “bir ayağım çukurda, biran evvel şu Veysel’imi eversem de malının maşının başına geçsin” diyerek sağda solda kız aramaya başladı. Kırşehir’in yeşil mi yeşil bir köyünün güzel kızlarından Şaziye’yi beğenmişti. Kız hem çok güzel, hem de huyu suyu yerindeydi.

Durumu oğlu Veysel’e açtığında ondan; “olmaz ana; olmaz, ben şimdi evlenmem, daha çok erken” diye olumsuz cevap aldı. Bu iş böyle olmayacaktı ”Öyle ya evde büyük yok ben de kadınım sözüm tutulmuyor ki”  diye düşünerek kardeşi Selli Selim ile kaynı Topal İsmet’e durumu açınca müsait bir akşamüstü toplantı kararı aldılar.

Veysel emmisi ve dayısının aşırı baskıları sonucu ağzından baklayı çıkardı ”Everseniz ben Meryem’i seviyorum ancak onla evlenirim….?”

Yıllar ne çabuk geçmiş, Meryem köylülerin tabiriyle “hanım ağa” Veysel de ”Goca Ağa” diye anılırlarken bu arada Veysel’in kardeşi ve anası da arka arkaya ahreti boylayınca meydan karı kocaya kalmıştı. Kapılarında onca çalışan erkek kadın işçi bulunuyordu. Goca Veysel tıpkı babası gibi evin avlusunda bulunan dut ağacının altında tıraş olmayı çok severdi. Saç olsun sakal olsun eve berber Tıfıl Zeynal’ı çağırtıp ona tıraş olur, yüklü bir bahşiş vermeyi de ihmal etmezdi.

Zeynal fakir mi fakir bir ailenin üç çocuğundan birisiydi. Diğer kardeşleri boylu poslu iken kendisi boy fukarası olmuşçasına akranlarından pek ufak tefek kalmıştı. Zamanla adı Tıfıl Zeynal’a çıkmıştı. Okula gittiğinde emsalleri onunla dalga geçiyorlardı. Bu yüzden çok istediği okumayı mecburen yarı da bırakınca babası onu şehirde bir berberin yanına çırak olarak vermişti.

Köyleri şehre yakın olduğu için sabah erkenden kendisi gibi şehirde çalışanlarla ya da işi olanlarla yola düşüyor, akşamda onlarla köye dönüyordu. Askerlik vakti gelince onu ‘Askerliğe elverişli değildir’ raporuyla evine yolcu ettiler.

Emsalleri çoluk çocuğa karıştığı halde köyünde münasipli “boyu boyuna” uygun bir kız bulamayınca tıraş etmek için gittiği köylerde de şansı yaver gitmeyince bekarlık adeta alın yazısı olmuştu. İyi de para kazanıyordu. Köyde yaşlılara, hastalara, Veysel ağa gibi eli para tutan kişilere tıraşa gittiğinde cebi bayağı kabarıyor, bunun yanında havaların iyi olduğu dönemlerde de çevre köylere on on beş günlüğüne tıraşa gidiyor para kazanıyordu ama “Paranın da çözemeyeceği” şeyler oluyordu. Arada sırada bir kızla göz göze geldiğinde kız gülerek yönünü öte dönüp kaçarcasına uzaklaşırken Tıfıl Zeynal’ı bir hüzün sarıyordu.

”Güzel hanımı olan güzel olmak zorunda” diye düşünen Veysel ağa tıraşına çok önem verir, arayı öyle pek uzatmazdı. O dut ağacının altında tıraş olurken hanımı Meryem de iki katlı konağının balkonundan kocasını seyrederken arada gözü berber Tıfıl Zeynal’a takılır, kocasıyla onu mukayese eder “Vah zavallı şu tıfılı da hangi kız alır” diye bazen gülümser bazen de iç geçirir, arada gözlerinden tane tane yaş döküldüğünü sonradan fark ederdi.

Artık yaşlanıyor muydu nedir, olur olmaz her şeye üzülüyor, pereleniyor, basit bir şey için ağladığı dahi oluyor, köylük yer değil mi bu yüzden adı hemen Sulu Meryem’e çıkıyordu.

Sulu Meryem iki oğlunu evermiş, gelinler ve oğlanlar “aman siz yorulmayın” diye anayı babayı işe neredeyse el vurdurmaz etmişlerdi. Bu mutlu günler fazla uzun sürmedi. Bir yolculuk esnasında parlayan atların dizginden boşanmasıyla at arabası devrilince Goca Veysel’in boynu kırıldı. Bundan sonra fazla yaşamadı. İşte Sulu Meryem’in gözleri şimdi daha çok sulanmaya başladı. Koca dünyada yapayalnız kalacağını hiç hesap edememişti. Önce gelinler, sonrada onların sözlerinden çıkmayan “ten dostu” oğulları kendisine sırtını dönmeye başladılar.

Oğullarına birkaç kez “Aman şu, aman bu, karılarınız bana ettiklerini koymuyorlar” dediyse de önceleri ”nem kümlerle” savuşturulurken sonradan onlardan azarlar işitmeye başlamıştı.

Koca konak şimdi ona öyle dar gelmişti ki ne yapsın, kime gitsin, bu kapı bir ağa kapısıydı, oradan çıkması ilerde çocuklarına kakınç olurdu. Ne de olsa köylük yerdi, olanlar kulaktan kulağa duyuluyor, hanımı ölüp dul kalan erkeklere bir fırsat doğsa da “ağa hanımıdır, hanım ağadır, bize mi gelecek” diye cesaret edip dünür gidemiyorlardı.

Meryem’in ağlamaktan gözleri kurumuş derdini açacak bir sırdaş bulamıyordu. Kara kara düşündüğü günün birinde çatal kapının açılmasıyla duyulan zil sesi onu kendisine getirdi. Gelen berber Tıfıl Zeynal’dı. Kocası öleli oğulları ona babaları gibi evde tıraş olmamış bu yüzden onu bu kapıda bir daha görmemişti.

Herkes işinde gücünde olduğu için ev bomboştu ”Buyur Zeynal efendi, hayırdır” diye ona balkondan seslenirken o an Zeynal’da bir cesaret, bir zindelik, bir başkalık hissetmiş, bir metre kırk santim kadar boyundaki adam sanki onun gözünde devleşmişti.

Bütün cesaretini toplayan tıfıl Zeynal  “Buyurun hayır olsun Meryem kadın, Allah’ın emri sana talibim, beni alırsan gözyaşların dinecek…”  Onlardan doğanlar babayiğit olmasalar da tıfıl da değildiler…