1

Tarih : 28 Mart 2022

Yer: Türkiye

Ulusal yayın yapan bir TV kanalında bilgi ölçekli, para ödüllü bir yarışma programı.

Sunucu, karşısındaki yarışmacıyı tanıtıyor, heyecanını azaltmak için sohbet ediyor.

Buraya kadar her şey normal seyrinde sürüyor.

Heyecanı azalan kadın yarışmacı 25 yaşlarında tıp öğrencisi. Sunucu pandoranın kutusunu açıyor. Soru ekranlara yansıyor: “1924 anayasasına ve 1961 anayasasına göre Türkiye’nin başkenti neresidir?“

Seçenekler sıralanıyor: a) İstanbul b) Ankara c) Sivas d) Erzurum.

Yarışmacı çokbilmiş havalarında, derin düşüncelere dalıyor. Veya öyle intiba uyandırmaya çalışıyor. Aslında bilgisizliğine, cehaletine zaman kazandırıp, ortam hazırlayıp, sorunun zorluğunu izleyiciye kabul ettirmek istiyor. Zaman ilerledikçe bilgeliğin telaşı başlıyor. Bilgisizliğin, ilgisizliğin telaşı… Yaşadığı ülkenin geçmişine yabancılaşmanın telaşı…

Utanç dakikalarına hazırlanıyor veya bizim ortak olmamızı istiyor. Gerekçeler yaratıp, utancını hafifletmek istiyor…

Utançta birinci perde başlıyor.

Butona basıyor, seyirci joker hakkını kullanmak için!

Sunucu; seyirciye dönüp soruyu ve seçenekleri sunup, belirli bir sürede yanıtlamalarını istiyor. Zaman tükeniyor. Seyircinin yanıtları ekrana yansıyor.

Utançta ikinci perde: Seyircilerin; yüzde kırkı Ankara, yüzde yirmi sekizi Erzurum, yüzde on altısı İstanbul, yüzde on altısı Sivas diyor!

Utanç devam ediyor.

Çoğunun üniversite mezunu olduğunu tahmin ettiğim seyircilerin yüzde altmışı utanca ortaklık ediyor, sıcak koltuklarında gülümseyerek, bilgeliğin cehaletine…

“Dahiliğin mutlaka bir sınırı vardır, ama aptallığın asla bir sınırı yoktur.”

Çok bilmiş, aptallar sürüsüne dönüşen yığınların sefaletinin yolculuğuna devam edelim.

2

Ben sizi bu yolculuğa ortak etmekten utanç duyuyorum.

Ancak, yazmadığımda huzur bulamayacağımı, sorumluluktan kaçındığım duygusundan kurtulamayacağımı da biliyorum.

Sorun derinlerde,

“Okuma oranı arttıkça, beni afakanlar basıyor, ben her zaman cahil halka güvendim” diyen profesör unvanlı bir muhteremin bilim yuvası olması gereken üniversitede rektör yardımcılığından terfi ettirilip, ödüllendirilerek YÖK Denetleme Kurulu Üyeliğine getirildiği bir eğitim cehaletinden söz ediyorum.

Utanç yolculuğumuza dönelim ve devam edelim;

Utançta üçüncü perde;

Seyircinin yanıtlarından tatmin olmayan veya çöplüğe dönüşen kafasında kararsız kalan yarışmacı, yarı yarıya joker hakkını kullanıyor.

Ankara ve İstanbul seçenekleri kalıyor. Ankara‘da karar kılıyor.

Utanç bitiyor mu dersiniz. Evet seçenek nihayet doğru.

Ancak yarışmacı büyük bir aymazlık, aldırmaz bir pişkinlikle devam ediyor. Utançtan utanç duymuyor, kazanması gereken bir miktar para olmalı…

Onur ayaklar altında. Kazanacağını düşündüğü paraya odaklı beyni, yarışmadan çekilerek onurunu kurtarmayı aklından geçirmiyor.

Cehaletin ve sefaletinin aptallığa sınır tanımadığı yerde, onur; önemsiz, anlamsız bir ayrıntıdan ibarettir. Aptalların umurunda değildir.

Okuma-yazma oranının yüzde 95‘lerde, ancak okuma oranının yüzde 3’lerde olduğu bir toplumun içine sürükleneceği çürümüşlüğün, yozlaşmanın, tükenmişliğin ve sefaletin canlı tanığıdır, yüz yıllık bir geçmişin, başkentinin Ankara olduğunun bilinmemesi…

Ülkesini tanıma zahmetine katlanmayan aptallar sürüsünün çağdaş bir gelecek inşa etmesini beklemek beyhude bir umuttur. “Vatanseverlik “ hamaseti her türden cehaletin gizlenmiş sosudur.

“Geçmiş çok fazla, şu an yetersiz, gelecek hiç yok.“