Vak’a iki yüz sene evvel eşkıyası çok bir vilâyette geçiyor. Vilâyette bir eşkıya türemiş. Ortalığı kasıp kavuruyor. Köyleri basıyor. Hayvan sürülerini götürüyor. Kervanları çevirip soyuyor. Vergi muhasillerini dağa kaldırıyor. Zenginlerden haraç alıyor. Bir türlü hükümet üstesinden gelemiyor. Vali vali üstüne değiştiriyorlar. Bizzat padişah işi eline almış. Takip ediyor, ama ele geçmiyor herif. Yeni bir vali tayin edilmiş. Adam gelmiş bakmış.

Durum parlak değil. Vilayette eşkıya ile başa çıkacak kuvvet yok! Ama hükümet anbean tutulmasını bekliyor. Vali zeki bir adammış. Düşünmüş, taşınmış. Herhalde birini yakalamak lâzım. Ne yapsın? Emektar bir ağası var; Ali Ağa… Onu çağırmış.. Ve konuşmuş:

--- Bana bak Ali! Bu eşkıyayı tutamıyoruz.

--- Evet Paşam…

--- Ama İstanbul her an tutulmasını bekliyor.

--- Evet Paşam…

--- Benden evvelki Valiyi, eşkıyayı tutamadı diye değiştirdiler.

--- Evet Paşam…

--- Beni de eşkıyayı tutmak için gönderdiler.

--- Evet Paşam…

--- Tutamazsam beni de değiştirirler, açıkta kalırım.

--- Evet Paşam…

---Sen buna razı olur musun?

--- Hâşâ Paşam!

---Öyle ise bana yardım et!

--- Başüstüne Paşam.

--- Bak ben ne düşünüyorum. Şimdi bu eşkıyalıkları sen yapıyormuşsun diye şurada burada…

---Ben mi?

-- Evet, evet! Dinle beni! Bu işleri sen yapıyormuşsun diye şurada, burada, kahvede, çarşıda, pazarda fısılda. Yavaş yavaş candarmanın kulağına gitsin. Seni tevkif ederler.

--- Sonra?

--- Sonra ben seni kurtarırım… Şöyle 10-15 günlük bir şey. O sırada da asıl eşkıyayı tepeleriz. Ben de yerimde kalırım.

--- Vallahi bilmem ki, siz bilirsiniz!

--- Öyle yap, öyle! Hadi göreyim seni! 

diyerek sırtını okşayarak savmış.

         --- Geçenki posta soygunu yok mu? Onu (gülerek) ben yaptım be!…  falan gibi lâflar etmiş. Bu rivayet yayıldıkça yayılmış. Nihayet vilâyet alaybeyi (candarma komutanı) valiye gelmiş:

---Aman Paşa hazretleri… Eşkıyayı bulduk galiba…

--- Yaaa! Kimmiş?

--- İnanmayacaksınız ama sizin Ali!

--- Bizim Ali mi?

--- Evet, sizin ağanız… Ali…

---(Paşa yapmacık bir hayretle) Allah Allah! Hiç de belli etmiyordu kerata!...

--- Ne emredersiniz?

--- Onun olduğuna eminseniz yakalarsınız…

--- Aman efendim… Her gezdiği yerde söylüyor, artık size güvenip yapmadığı kalmıyor.

--- Tutun keratayı, atın içeri!

--- Başüstüne!

Ertesi gün Ali’yi tutup hapse atmışlar. Paşa da İstanbul’a eşkıyanın yakalandığına dair bir telgraf çekmiş.

Ali içeride… Mahkemeye verirler… Suçları itiraf ettiğine dair işitme şahitleri var kıyamet kadar… Zaten Ali de Paşa’ya güvendiği için:

---Öyle bir kazâ çıktı elimizden! diyor. Hani inkâr da etmiyor. Ama iki günde bir Paşa’ya:

---Aman beni bir ayak evvel buradan kurtarın diye haber gönderiyor. Paşa da:

--- Ha bugün, ha yarın, diye savsaklıyor, çünkü hakiki eşkıya ortadan kaybolmuş… Onu bulup Ali’yi kurtarmak mümkün değil…

Uzatmayalım…

Muhakeme neticesinde Ali’yi bütün o eşkıyanın yaptığı cinayetlerden ve soygunlardan dolayı idama mahkûm ediyorlar.

Ali tekrar Paşa’ya:

---Aman beni kurtarsın diye haber gönderirse de gene bir netice çıkmaz. Nihayet idamın infazı yâni Ali’nin asılacağı gün gelip çatar. İdam esnasında Vali de hazır bulunacak. Biçare Ali elleri ardına bağlı idam sehpasına giderken Paşa’nın önüne yaklaşınca:

--- Aman Paşam… Gidiyorum… Asacaklar beni. Ne zaman kurtaracaksın? … diye sorar. Paşa da hafifçe:

--- Aman Ali! Bir can için beni mahcup etme! Göreyim seni! demez mi!

Hayat böyledir.

***

Bu haftaki Saklı Kalan Şiirimiz 1994 yılından, şair Mustafa Yılmaz.

 

BAHAR

 

Çığlığı çığlıkla bastırılan yaralar

Duyulmaksızın kanar ha kanar

Kocaman gemileri barındıran denizi

Gün olur bir damla kan yorar

Her şeyden kaçsan da kaçamasın kendinden

Canın sıkıldıkça edemezsin firar

Karların erimesinden bellidir

Ki yakında gelecektir bahar.