Yıl 2005’ti. Hayat bir yerinden eksildi o gün. Geriye dönüp baktığımda hâlâ onun gölgesinde yaşadığımızı fark ediyorum. Çünkü bazı insanlar fiziksel olarak gider ama etkileri, varlığı, sesi, bakışı, öğrettikleri... hep bir yerlerde kalır. Tıpkı benim babam gibi: Akif Altıok. Rahmetle anıyorum.
Mertliğin, çalışkanlığın, sessizce sevmeyi bilen kuşağın son temsilcilerindendi. Sertti evet, ama sertliği yıkmak için değil, korumak içindi. Onun sevgisi yüksek sesle söylenmezdi. O, sevgiyi omuzların yükünü hafifleterek, sabahın köründe işe koyularak, akşam yorgunluğunu gülümseme yerine suskunlukla taşıyarak gösterirdi.
Ben onun kucağında değil, gölgesinde büyüdüm. Ama bilirim ki o gölge, benim sığınağım oldu hep. O, hayatıma yön veren pusula gibiydi. Belki hiç "Seni seviyorum" demedi. Ama o bakışları vardı ya… İşte o bakışlarda hem nasihat, hem gurur, hem de sessizce bir sevgi vardı.
Onu çok erken kaybettik… Hayatımızın tam ortasında açılmış bir boşluk gibi durdu o gidiş. Oysa göreceği daha çok şey vardı. Benim büyümemi, kendi ayaklarımın üstünde durduğumu, evlendiğimi… göremedi. Elimi tutarak beni gelin edemedi. Ne zaman o anları yaşasam, gözüm hep onu aradı kalabalıkların içinde. Ve her eksik kaldığında kalbimden bir “Keşke babam da görebilseydi” geçti.
Torunlarını koklayamadı. Onlara nasihatler veremedi, bir akşamüstü dizine yatırıp ninniler mırıldanamadı. Ama ilginçtir ki, torunlarında bazen onun bakışını, duruşunu, hatta sessizliğini görüyorum. Sanki hayattaki bazı izler, nesiller boyu sürüyor. Sanki onun gölgesi sadece benim değil, çocuklarımın da üstünde...
Babalar Günü her yıl içime bir sızı düşürür. Alışamadım, alışamıyorum yokluğuna. Ama bu yazıyı kaleme alırken bir kez daha anladım: Sen gitmedin baba. Çünkü biz hâlâ senin izindeyiz. Sözlerinde, duruşunda, hayatla kurduğun o onurlu ilişkide… Sen hâlâ bizimle yaşıyorsun.
Adını andığımda başım dik, içim buruk…
Seni özledim baba. Ve seni hiç unutmadım.
Tüm gölgesiyle hayatımda kalan babama…
Babalar Günü’nde sevgiyle, minnetle.