Ekonomik sıkıntının zirvesinde olan Türkiye’nin bu duruma nasıl gelindiğini bir türlü kabullenmeyen ve kabullenmek istemeyen iktidardaki siyasi parti hala yatırım adi altında, milli kaynakların yabancı veya yabancı ortaklığı evliliği yapan yandaş kimselere peşkeş çekerek adeta, milli değerlerimizin yağmalanmasına vesile olmaya devam ediyor.
Rejim değişikliği ile “Türkiye kanatlanacak ve havalara uçacak!” diye TV kanallarında ahkam kesen, sözüm ona profesörler sokaklardaki halkın durumunda acaba utanç duyma ihtiyacı hissediyorlar mı?
TV açık oturumlarında görevlendirilen papağansı uzman kılıklı kimselerin hayal dünyasında kürek çekişleri bile piyasanın ateşini söndürmeye yetmiyor. Millet meclisini devre dışı bırakan ve Türkiye’nin kaderini tek adama bırakmanın ne kadar yanlış olduğunu, yaşayarak öğrenmiş olduk.
Fakat yanlışta inatla ısrar etmenin niyet ve hedefi belli iken, yanlısı canı pahasına savunan koca koca akademisyen ve profesör etiketli insanlara ne demeli?
Görevli olduğu okullarda doğru dürüst bir ilim ve bilim adamı yetiştirme yerine, boş meydanlarda politik mitingler atmaya nasıl zaman ayırıyorlar bilinmez. Milyonlarca üniversite mezunları ve otuz yaşını geçmiş insanların, baba ve annesinde harçlık isterken nasıl bir psikolojik hava içerisinde yaşamını sürdürdüklerinin sorumlusu olarak kimi göstereceğiz?
Betona gömülen paraların kimlerin cebine aktarıldığı ve iktidar partisinin gölgesinde palazlanan kerpiççi müteahhit bozmalarının, aynı taktik ve tehditle veya karşılıklı çıkarlarla belediyeleri milyonlarca borç batağına nasıl sürüklediklerini, ortaya saçılan sahte faturalar ve yeni milyonerler kervanına katılan eski başkanları gören halkın nutkunun tutulup, küçük dilini mideye indirdiklerini hükümet görmezlikten gelmesi yanında, kaybedilen belediyelerin gelirine el koymaya, veya yapılacak yardımları tırpanlamaya kalkan ve hatta bir çoğuna da el koyan hükümetin devletten bu şekilde intikam alma yöntemi nasıl bir icraattır bilinmez.
Her başarısızlığı ve olumsuzlukları algı operasyonu olarak değerlendiren ve halka, yaşanan başarısızlığın hedefinin başka yönlere çekilme çabaları pek inandırıcı olamıyor. İstihdam yaratacak yatırıma yönlendirilmeyen, özelleştirmeden elde edilen paraların nerelere gittiğini bir sır gibi saklayan iktidar, delik deşik olan devlet bütçesindeki açığı halkın sırtına yüklemeyi kalkınma paketi olarak sunmaya çalışması da beceriksizliğin başka bir örneği. İstanbul’u ve yapılan köprülerde hiç geçmeyen ve de ömür boyu da geçemeyecek olan vatandaştan para alan, yetmediği yerde köprü çıkışını maliyenin ambarına yönlendiren yetkiliden tatmin edici bir açıklama çıkmazken, bir de tamamen ticarete dönen sağlık sektörüne el atıp hastanelere, talana doymak bilmeyen özel sektöre hasta vatandaşı teslim ederek, halkın ciğerinin sökülmesi ayrı bir facia.
Her hastalığa neşterle müdahale etme alışkanlığına yönlendirilen Hipokrat yeminli hekimlerin, vatandaşın külotuna el atmakla kalmayıp, sosyal kurumları da iflasın eşiğine merdiven dayattıkları, bir türlü görmezlikten gelinmesi nasıl bir devlet idaresi anlayışı anlamakta güçlük çekiyor insan…
Deniz tükendi, kaynaklar kalmadı, dolayısıyla Kırşehir gibi bütün illerde bazı resmi kurumlara ait inşaatlar ya yarım kaldı ya da çürümeye terk edildi.
Kırşehir’de ve ülkemizde milyonlarca işsiz gençlerin iş umudu da her geçen gün kalmazken, hala ülkeyi idare edenlerin, siyasilerin, yandaş yorumcuların gözünde ülkemizi toz pembe göstermeleri inanın ki insanın canını sıkıyor, tansiyonunu yükseltiyor.
Yaşadıklarımıza mı bakalım, yoksa söylenenlere mi?
Yeter artık bizleri bu kadar da saf ve geri zekâlı görmeyin! Bizi anlamayan, yaşamayan birileri olmaktan vazgeçin!