Türkiye uzun ve stresli bir seçim süreci sonunda 14 Mayıs’ta, yani bu Pazar sandıklara gidecek ve gelecek beş yıllık dönemde ülkenin kaderini kimin ellerine bırakacağına karar verecek. İradenin bağımsızlığı hususunda felsefi ve siyasi münazaalara girmenin artık seçim sathı mahallinin sonunda faydası da gereği de yoktur. Ancak bu süreçte partilerin ve ittifakların birbirlerine karşı tavırları, hakaretleri, aklın ve ahlakın sınırlarını zorlayan karşılıklı itham ve iddiaları Türk siyasi tarihine ibretle kayıt olmuştur. Hele ki yaşanan bazı terbiyesizlikler, söz gelimi Millet İttifakına karşı yaşanan bazı taşlama vakaları, siyasi kültür ve geleneğimize gölge düşürmüştür. Ülkemiz ve milletimiz için son derece hayati seçimler öncesi olması nedeniyle bu haftaki yazım konunun önem ve hassasiyetine binaen biraz uzun olabilir, affınıza sığınıyorum.

Bu son seçim sürecinin nevi şahsına münhasır olmasının en önemli nedenlerinden birisi de, rakip siyasi ittifak oluşumların gelecekteki yapmak istedikleri hizmet vaatlerinden ziyade toplumu kimin ittifakının altında gizli bir terörist oluşumu olduğuna odaklayarak gerginlikleri artırmasıdır. Malum olduğu üzere Cumhur İttifakı çok uzun süredir Millet İttifakını arkalarında gizli ortak olarak HDP ile iş yürüttüklerine dair ithamlarda bulunmuş, HDP üzerinden PKK kartını açarak rakibini yıpratmaya çalışmıştı. Kaderin bir cilvesi olarak HÜDA-PAR’ın bir şekilde Cumhur İttifakına dâhil olmasıyla bu kez de Hizbullah terör örgütünün Cumhur İttifakının gizli ortağı olduğu iddialarını öne sürme sırası Millet İttifakına gelmişti. Karşılıklı “senin gizli ortağın bir terör örgütüdür” ithamları elbette topluma sirayet etmiş, ittifak tabanlarında gerginlik ve kutuplaşmayı daha da körüklemişti.

AKP’nin sürekli HDP kartını kullanması ister istemez çözüm süreci yıllarının dosyalarını yeniden açtırdı ve gerek sosyal medyada gerekse de basın da AKP’nin geçmişteki PKK açılımları yeniden hatırlandı. Gerek AKP iktidarının cani terörist başı APO ile görüşmeleri, gerekse Oslo’da AKP’nin PKK ile müzakereler yapması, çadır mahkemelerinde davul zurna ve halaylarla karşılanan PKK’lıların tiyatro yargılanmalar sonrası serbest bırakılmaları, cani Apo’nun önceki seçimlerde iktidar lehine mektubunun meydanlarda okutulması, diğer kardeş terörist Osman Öcalan’ın kırmızı bülten ile aranmasına rağmen sırf AKP lehine konuşacak diye TRT ekranlarına çıkarılması, valilere PKK’lılara dokunmayın talimatının bizzat Erdoğan tarafından verilmesi, HDP’nin AKP tarafından Dolmabahçe Sarayında kırmızı halılarla ağırlanması v.s. gibi daha da artırılacak örnekler yeniden gündeme düştü. AKP her ne kadar MHP ile ittifak ilişkisi içerisinde olsa da karanlık ve şaibeli geçmişi nedeniyle MHP tabanından, daha doğrusu Ülkücü ve Türk Milliyetçisi kimliğinde olan insanların çoğundan halen destek alabilmiş değildir. Seçime sayılı günler kala tüm yaşanan tartışma gerilimlerin tesirinde milletimiz sandıklara gidecek ve iradesini ortaya koyacak ve İttifaklar verilecek oylarla milletimizin iradesiyle yargılanacaklar.  

Bu haftanın en kafa karıştıran iddiası ise AKP’nin İmralı ile temas kurmaya, risklerini gördüğü seçime yönelik yardım talep ettiğidir. Basına yansıyan iddialara göre Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi'nin Mardin Nusaybin mitinginde konuşan Ahmet Türk, AKP'nin İmralı'ya cani Apo'ya heyet gönderdiğini iddia ederek “İktidar partisi gideceğini görüyor. Peki, ne yapıyor? İmralı’ya heyet gönderiyor" dedi.

Geçtiğimiz hafta da Fatih Altaylı'ya konuşan İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, AKP'nin İmralı'ya bir heyet gönderdiğini söyleyerek; "Daha yeni İmralı’ya adam gönderdiler, yardım istediler. Yeni gönderdiler. Kimin gönderildiğini biliyorum. Başka bir isimle giden... Açıklamam devlet açısından ayıp. Siyasetçi olsa vallahi söylerim. Yargıdan birini gönderdiler. İsmini değiştirerek gitti. Anladığım kadarıyla basına yansıyan kısmı doğru olabilir, yani o açığa çıktı. Orada destek talep etmişler. 'Sonradan inkâr ediyorsunuz, yazıya dökülmesi lazım' denmiş." ifadelerini kullanmıştı. Bu iddialar yenilir yutulur gibi olmayıp pek çok seçmenin kararına, bilhassa ittifaktaki milliyetçi ve ülkücü seçmene güçlü şekilde etki edebilecek niteliktedir.

Seçim sathı mahalline girildiğinden beri, daha doğrusu seçime yönelik “Altılı Masa” denilen muhalif ittifak oluşumu toplantılarına başladığından beri, Millet İttifakının en çok göğüslemek zorunda kaldığı eleştiri HDP’nin gizli ortak olup olmadığı olmuştu. Millet İttifakı bu iddiaları pek çok kez reddetti lakin gerek HDP yöneticileri gerekse PKK’nin Kandil üssü Kemal Kılıçdaroğlu’na desteğini açıklayarak Millet İttifakına olumsuz tesir etti. Sayın Kılıçdaroğlu bu durum hakkında “Kandil’in Millet İttifakına destek açıklaması en çok kimin işine yarıyor, akıllı olmak lazım” şeklinde bir açıklamada bulundu. Bu açıklama ile demek istiyor ki; ‘bizi desteklediğini açıklayan Kandil esasında bize zarar vermiş oluyorsa bu Cumhur İttifakının işine yarıyor, buradaki komployu görmek lazım.’ Eğer çözüm süreci devam ediyor olsaydı bu açıklama yerinde olurdu. Lakin devletin son yıllarda PKK’ya karşı yürüttüğü ve terör örgütüne ağır zararlar verdiğini göz önüne alırda Kandil’in Cumhur İttifakının iyiliğini istemesi pek de akılcı olmayacağından Sayın Kılıçdaroğlu’nun kendince bu akılcı (!) hamlesi biraz boşta kalıyor sanki! Ezcümle HDP ve Kandil meselesi seçimlerde Millet İttifakının yumuşak karnı olarak hassasiyetini korumakta, kimi seçmenlerde en büyük tereddüt ve çekince unsuru olma özelliğini muhafaza etmektedir.

Kazanan hangi ittifak olursa olsun 14 Mayıs seçiminin şüphesiz en talihlileri yüzde 0.1 ile yüzde 1-2 arasında değişen oy oranlarına sahip her iki ittifaktaki mini partiler olacak. Zira ittifak çatısı altında seçime girdiklerinden baraj sorunu yaşamayacakları gibi kimi mini partilerin büyük partilerin listelerinden seçimlere girmeleri nedeniyle hayatta meclisin kapısını dahi görme şansları olmadığı halde bu mini partiler bolca milletvekilleri çıkaracaklar. Bu partilerden seçilecek olan milletvekilleri seçimler sonrası, beklenen de zaten o, seçildikleri partilerden ayrılarak mecliste kendi parti gruplarını kuracaklardır. Bu durum da gelecekte muhtelif siyasi çekişme ve krizlere dair ihtimalleri artırmaktadır. Esasında her iki ittifak için de seçim sonrası partiler arası iş birliğinin pürüzsüz bir şekilde devam edeceği umulmamaktadır. En başta siyasetin ve insanın doğası gereği! Ancak ittifak ortağı partilerin seçimlerdeki başarısızlık durumları her parti içinde ayrı bir iç hesaplaşma da doğurabilecektir.

Bunca karmaşa içerisinde bunalan seçmene AKP gayet kurnazca hamlelerle tesir etmeye çalışmakta. Seçim günü yaklaşırken ülkenin her yerinden bir anda gazlar, petroller bulunmakta, TOGG şehir şehir gezdirilmekte, Savunma Sanayinin tüm maharetleri TCG Anadolu, SİHA, İHA, KAAN v.s. ne varsa ortaya dökülüp sergilenmektedir. Bu popülist hamleler elbette çoğu seçmeni etkilemekte, ancak muhalif kesim ise bunların seçime yönelik abartılmış gerçekler olduğunu iddia etmekte, iktidarın elindeki olanakları halkın iradesini etkilemek için hileye baş vurduğunu iddia etmektedir. Elbette bu iddialar her halükarda seçim sonrası netleşecek, lakin temennimiz bulunan gazların petrollerin doğru olmasıdır, zira iktidar kim olursa olsun bu halkın menfaatinedir. Yok bu iktidarın seçim yalanları ise vay onların haline…

Sinan Oğan ve Muharrem İnce’nin adaylıkları seçimin ikinci tura kalma ihtimalini artırmakta, ancak bu adayların daha çok Cumhur İttifakına muhalif kesimden besleniyor olmaları nedeniyle Kemal Kılıçdaroğlu’ndan uzaklaşan bu oylar AKP’nin işine geldiğinden daha çok Millet İttifakından eleştiri oklarına muhatap olmalarına sebep oluyor. Bilhassa gün geçmiyor ki Millet İttifakını destekleyen örgütlenmelerden, sanatçılardan, yazarlardan Muharrem İnce’nin adaylıktan çekilmesi için baskı ve ısrar gelmesin, partisinden istifalar olmasın! Ancak CHP’li ama CHP ittifak ortaklarına muhalif kesimin destekleriyle Sayın İnce her şeye rağmen adaylığa devam etmekte ısrarlı gözüküyor.

Sinan Oğan ise “ne domuz bağı ne Kandil dağı” sloganı ile hem Cumhur İttifakının Hizbullah iltisaklı olduğu iddia edilen HÜDA PAR’a hem de Millet İttifakının gizli ortağı olduğu iddiasının odağındaki HDP’den rahatsız tüm milliyetçi, ulusalcı, vatansever kesimlerinin adayı olduğu iddiası ile seçim çalışmalarına büyük bir gayretle devam ediyor. Ancak bu durumun Erdoğan’ın seçilmesine yarayacağına inanan kesim de hiç de azımsanacak gibi değil. Seçimin ikinci tura kalması ihtimalinde Sinan Oğan ve Muharrem İnce’nin seçmenlerinin özlerinde AKP muhalifleri olmaları nedeniyle ağırlıklı olarak Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelmeleri ihtimali daha yüksek gözüküyor. Eğer ki Oğan ve İnce’nin adaylığı nedeniyle seçimi Erdoğan kıl payı kazanırsa bunun müsebbipleri olarak muhalif kesim halkın vicdanında ve karşısında nasıl hesap vereceklerini tahmin edebilmek çok güç!

Ezcümle neticeden, 14 Mayıs seçimlerinin hem ülkemiz ve bölgemiz, hem de Türk ve İslam dünyası için çok önem arz ettiği bir hakikattir. Dost ve düşman ülkelerin seçimleri bu kadar büyük bir ehemmiyetle takip etmeleri ve hatta Avrupa ve ABD basının dahi belki de bugüne kadar hiç olmadığı kadar seçimlerle ilgili pek çok yazı ve analizler yapmaları da düşündürücüdür.

Yazımın özünden de anlaşılacağı üzere, yani mümkün olduğu kadar tarafsız değerlendirmeler yapmamdan ve her iki ittifakında sıkıntılarını tereddüt etmeden dile getirmemden de anlaşılacağı üzere açıkça bir taraf tutabilmek hakikaten çok zordur. Hayrı da şerri de hakkıyla bilen yalnızca Allah’tır. Rabbim devletimize ve milletimize 14 Mayıs seçimlerinde en hayırlı sonuçları nasip etsin dua ve temennilerimle yazıma son veriyorum. Siyasi partiler bir yana, bizim için en önemli olan husus Türkiye’nin ve Türk Milletinin istikbali ve istiklalidir. Kim seçilirse seçilsin ortak dileğimiz her zaman güçlü bir Türkiye, mutlu ve müreffeh bir Türk Milletidir!