Gazetemiz “Kırşehir Çiğdem”de uzun yıllarda yerel ve genel kurularda yazıyorum. Tabi Kırşehir’le ilgili yazılar yazmak tercihimdir.

Gazetemiz “Kırşehir Çiğdem”de uzun yıllarda yerel ve genel kurularda yazıyorum. Tabi Kırşehir’le ilgili yazılar yazmak tercihimdir. Uzun yazıları sevmem. Kısa, öz ve anlaşılır yazılar her zaman tercihim olmuştur. Ancak böyle bir beceriyi de geliştiremedim. Bir yerde profesyonellik diğer yerde de bir yetenek olmalı.
Güncel ulusal basında pek çok başarılı örnekleri var bu tarzın.
Sizi daha fazla sıkmadan biraz uzunca olan bu yazımı biraz da dişinizi sıkarak sonuna kadar okumanızı isterim.
Belki çoğumuz farkında değil ama, Türkiye Çanakkale Savaşları’ndan, Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana tarihinin en büyük savaşlarından birini veriyor.
FETÖ belası bir yanda, PKK bölücü terör örgütü diğer yanda. DAEŞ belası bir yanda, İran Şii milisleri öbür yanda.
ABD’nin, AB’nin bugüne kadar gizliden gizliye destek verdiği PKK terörüne desteği artık aleni hale gelir oldu. Göstere göstere yapıyorlar bunu.
Sonra uluslar arası kredi derecelendirme kuruluşları var, onlar da bu ortak çabaya katılıyorlar. FETÖ darbe girişiminin hemen ertesi günü biri Türkiye’nin puanını ciddi oranda indiriyor,arkasından aynısı diğer kuruluşça tatbik ediliyor.
Uluslar arası finans kuruluşları perde arkasından at oynatıyor.
Türkiye savaşıyor, çabalıyor, terliyor, ayakta durmaya, hepsiyle birden baş etmeye gayret ediyor.
Bu güçlerin PKK seviciliği yeni mi?
Hayır,asla yeni değil. Çünkü dışarıdan aleni destek almayan bir terör örgütü uzun süre böyle bir mücadele veremez. Bu terör örgütünün parlamentodaki siyasi temsilcisi arkasında destek olmadan bu kadar hayasızca demeçler verip yargıya kafa tutar pozisyona gelemez. Nitekim birkaç hafta evvelki grup toplantılarına bazı Avrupa ülkelerinin teveccühü bu tezi yüzde yüz doğruluyor.
“Ülkede kan dökülmesin”.
“Artık yeter,analar ağlamasın.”
Türkiye Cumhuriyeti devletinin bu çarpıcı cümlelere verdiği kararlı tutum, Oslo Müzakerelerinin sızdırılmasıyla, Habur provakasyonuyla ve en sonraki çabanın da PKK’nın cüretkar katliamlarıyla bozulmuş oldu.
Barış süreci neydi,nereden nereye gelindi?
Niçin PKK önce bu sürece başladı ve sonradan neden tek yanlı bu süreci bozdu?
Burada size geniş özet bir alıntı sunmak istiyorum. Kaynak: Barış. Kürt Sorunun Çözüm Süreci 2010-2015 Ezgi Başaran,Eylül 2015.
Çarpıcı cümleler birbiri ardına geliyor. Bu süreçte PKK’nın Suriye’de olanları doğru okuması ve buna göre strateji ve taktik geliştirmesi önemli yer tutuyor.
2013 yılına gidelim. Çözüm sürecinin başlangıcı. Diyarbakır Newroz Alanı’nda Abdullah Öcalan’ın mektubu okunmadan önce pek çok kişinin dikkatinden kaçan önemli bir konuşma oluyor.
O günlerin ana gündem maddesinin ağırlığı sonradan gelişecek olayların ipuçlarını vermesine rağmen dikkatlerden kaçıyor.
Amed Halk İnisiyatifi Şehir Gerillaları adına biri sahneye çıkmış ve bir konuşma yapmıştı. O konuşmanın çarpıcı cümleleri şöyleydi: “…Kürdistan’dan çekilmek diye bir şey yoktur (görüşmelere göre PKK önce silah bırakıp yurdu terk edecekti) Kürdistan bizim toprağımızdır.”
Her ne kadar Ahmet Türk “Kürtler eşit yurttaşlık temelinde bir yaklaşım ortaya çıkmasını istiyor ve Türklerle birlikte yaşamayı esas alıyor” dese de perde arkasında başka güçlerle birlikte olan PKK bu güçlerin teşviki ile başka oyun sahneleme gayretine giriyordu.
Bundan sonra okuyacaklarımız PKK’yı oynatan üst aklın onlara çizdiği yolu göstermesi açısından ibretlik olmalı. Türkiye Cumhuriyeti de bu yaşananlardan çıkardığı derslerle bu mücadelede yepyeni bir strateji geliştirme gayretinde.
Ezgi Başaran Kandil’de PKK ileri gelenleri ile görüşüyor. PKK üst düzey yöneticileri en doğru muhtemel tabloyu ona anlatmışlar.(Bence bu tabloyu da ABD derin devleti çizmiştir. U.G.)
Ezgi Başaran’ın anlatımı ile devam edelim: “….Buna göre,Esad öyle kolay kolay gitmeyecekti.Ülkesi ile birlikte tüm bölgeyi kanlı bir tarafta rehin alacaktı ve fakat bu taraftan bir Kürt treni kalkacaktı. PKK, Rojova ile başlayan bu trenin “meşru” bir lokomotifi olmaya çok önceden karar vermişti ve bunun için evet “terör” ile anılmamalı siyasi bir güç odağına dönüşmeliydi. Plan buydu ve aslına bakarsanız Türkiye Devleti ile masaya oturmasının ardında da bu planı hayata geçirme aklı vardı.
Çünkü,takdir edersiniz ki,hem Türkiye’nin doğusunda savaşıp hem de Suriye’deki Kürt kantonlarını savunamazdı.Daha da önemlisi hem Türkiye’de silahlı eylem düzenleyip,ölüp öldürüp hem de uluslar arası alanda kabul edilen bir “siyasi güç odağı” olamazdı. “….Şöyle bir bakıldığında PKK yukarıdaki amacına çok yaklaştı. ABD, Rusya, İngiltere nezdinde mesafe aldı.Bu basın YPG’den (PYD’nin silahlı kolu) ve HPG’den (PKK’nın silahlı kolu) cesur savaşçılar olarak bahsetmeye başladı. ABD Almanya silah yardımı yapıyor, Fransız basınında sitayişle söz eden yazılar yayınlanıyor.”
Evet şimdi sayın Başbakan’ın kendisine yönelik bir soruya “ne barışı be kardeşim” demesinin altında neler yattığını daha iyi anlayabiliyoruz. Devletin PKK’ya karşı amansız savaşının ne kadar yerinde bir karar olduğunu daha net anlayabiliyoruz.
ABD’nin YPG ye desteğinin Almanya ve AB ülkelerinin aleni desteklerinin nedenlerini daha iyi kavrayabiliyoruz. Planlarının bozulmaya yüz tutmaya başladığını sezdikleri anda saldırgan bir tavır almalarının altındaki neden daha da anlaşılır bir hale geliyor. “Yaptırım uygularız” tehdidinin altında bozulmaya yüz tutan bu planlar olduğu ayan beyan ortada.
Evet Türkiye tarihinin en yoğun ve en şiddetli savaşının içinde.Adı konsun ya da konmasın şiddetli bir savaş içindeyiz.
Türk halkının topyekun, birlik ve bütünlük içinde direnişi bu planları dumura uğratacaktır. İlk sınav FETÖ kalkışmasında başarı ile geçilmiş,planlayanlara önemli bir uyarı gitmiştir.Bundan sonra da bu birlik ve direniş ruhunun sürmesinde tüm ulus olarak hepimizin yararı çok büyük olacaktır.
Karşımızdaki güçler her şeyden öte bu ruhtan korkuyorlar/korkacaklardır.
Bu yazı dolayısı ile huzur içinde bir ülkede yaşamamız için kendi canlarını vermiş aziz şehitlerimize ve gazilerimize bir kere daha minnet ve şükran duygularımızı sunmak isterim.
Türkiye Cumhuriyeti onlar için ne yapsa azdır.