Değerli gençler, bugün üzerinde hür ve müstakil yaşadığımız Türk vatanını, atalarımı-za borçluyuz. Onlar bugün üzerinde oturduğumuz toprakların her köşesini kanlarıyla sulamış-lar, vatan yapmışlardır. Hiçbir milletin vatanı, bizimki kadar pahalıya mal olmamıştır. Bu toprakların değerini anlamak için, onun yüzyıllar boyunca nasıl kazanıldığını, muhafazaya çalışıldığını, kaç saldırgan orduyu geri püskürtmek için kaç milyon insanın kahramanca sa-vaştığını ve öldüğünü anlamak lâzımdır. Bırakınız eski tarihi, sadece son Kurtuluş Savaşı’nı hatırlamak bile, vatanın nasıl ölüm pahasına elde edilen ortak kutsal bir varlık olduğunu ispat eder. O, bizi yüzyıllardan beri üzerinde taşıyan ve ebediyete kadar taşıyacak olan, bütün ni-metlerin kaynağı, evimiz, barkımız, yuvamız, geçmişimiz, halihazırımız ve geleceğimizdir.
Atatürk gerçekçi bir davranışla bugünkü Türkiye’nin sınırlarını çizmiş ve dünya siya-setini “Yurtta sulh, cihanda sulh” vecizesi ile formüle etmiştir. Bunun mânâsı şudur: Türk Milletinin şimdiki sınırları dışında gözü yoktur, fakat şimdiki topraklarından da bir zerresini feda edecek değildir.
Türkiye’nin bugünkü sınırları Kurtuluş Savaşı’nda binlerce Türk’ün kanı ile çizilmiş-tir. Bu topraklar zaten bin yıldan beri Türkün vatanı idi. Kurtuluş Savaşı’nda o, başka millet-lerden gasp edilmemiş, bilâkis onlar tarafından işgal edildiği için kurtarılmıştır. İstiklâl Sava-şı, adı üstünde bir sömürge elde etme savaşı değil, bir “Kurtuluş Savaşı”dır. Onu meşru ve kutsal yapan budur.
Biliyoruz ki Türkiye dünyanın en önemli jeopolitik bölgelerinden biridir. Üç tarafının denizlerle çevrili olması, iki kıtanın birleştiği kara, deniz ve hava yollarının kesişme noktasın-da yer alması, eski dünyayı oluşturan üç kıtanın ortasında, dünyanın en önemli enerji kaynağı havzasındaki Ortadoğu petrolünün kontrol noktasında yer alması, yüzlerce yer altı ve yer üstü zenginliği, tarih ve kültür hazinelerini bağrında saklaması bazı milletlerin iştahını kabartmak-tadır. Bu nedenle bu bölgede hakimiyet kurmak isteyen milletlerin gözü hep üstümüzde. Bu yüzden bir an önce kalkınıp dünyanın güçlü devletleri arasına girmek zorundayız. Ancak, kalkınma hangi ölçüde olursa olsun ilimsiz, irfansız ve tekniksiz olamaz. Atatürk’ün dediği gibi “Büyük ve mukaddes hedefler erişilemeyecek hedeflerdir. Bu sebeple herhangi bir hedefe erişmekle yetinmeyeceğiz. Daima daha ilerisine varmak için çalışacağız.” (M. K. Atatürk, 1925)
Çağdaş Türkiye’nin arkasında yüzlerce yıllık bir çağdaş medeniyete uyma tecrübesi mevcuttur. Türk halkının bu sahada alacağı daha pek çok mesafe vardır. Hürriyet ve istiklâli-ne son derece düşkün olan Türk, bu tecrübeyi sömürge durumuna düşmeden, demokratik dü-zeni benimseyerek gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bugün gelinen mesafe onun bu güç işi ba-şarma kabiliyeti olduğunu göstermiştir.
Yukarıda anlatılan fikirlerin en önemlilerini, ötekilerini de beraberinde getirenleri üç noktada toplayabiliriz:
1. Devlet ve millet olarak hür ve müstakil yaşama arzusu,
2. İlim ve teknik vasıtasıyla memleketi refaha kavuşturma ülküsü,
3. Cumhuriyet ve parlamenter rejim.
Diğer fikirlerin hemen hepsi, çağdaş Türk milliyetçiliğinin esasını teşkil eden bu üç ana fikre bağlanabilir. Türkiye’nin bu üç ana fikre ve onları temsil eden müesseselere bağlı kaldıkça her gün daha ileri gideceğine hiç şüphe yoktur.
Atatürk bilim ve tekniğin ilerleme, gelişmeleri yürütme, vatanını seven ona gönül ve-ren bir gençliğin yetiştirilmesini istemektedir. Kaybetmeyen, parçalamayan, başka ideallere asla saplanmamış, bunlara asla iltifat etmeyen bir gençliğin, Türk gençliğinin yetişmesi ve var olması için elinden geleni yapmıştır. Çağdaş ve ileri milletlerin seviyesine çıkacak bir gençlik istemektedir. Sizlere düşen de azimle, yılmadan, yorulmadan bunun gereklerini yerine getir-mektir.
Yazımıza yarın devam edeceğiz.