Geçen hafta Bartın’da büyük bir maden faciası yaşandı ve pek çok işçimiz maalesef bu elim kaza neticesinde hayatını kaybetti. Felaket sonrası siyasiler yine olay yerinde ve cenaze namazlarında kameralar önünde alabildiğine boy göstererek gereken her şeyin yapılacağı, sorumluların cezalandırılacağı gibi vaatlerde bulundular. Yakınlarını kaybedenlere de yine kader vaazları vererek kendilerince acı içindeki insanları teskin etmiş oldular. Fakat milletçe tüm bunlara yabancı değildik ve ülkedeki her felaket sonrası yaşananları aynen tekrar yaşamıştık. Kader inancının siyasi arenada felaketler sonrası bu kadar fütursuzca kullanılması AKP iktidarı ile artık gelenekselleşmiş oldu.

Peki ama İslam inancımızdaki Kader anlayışı olayların Allah tarafından önceden belirlenmesi ile kaçınılmaz olarak olacak olması ve kullarının öylece oturup yapacak bir şeylerin olmaması mıdır? O zaman öylece oturup, “Allah zaten her şeyi öyle yapmaya karar vermiş biz ne yapalım” mı demeliyiz? Elbette hayır! O zaman Gerek insanlık tarihi boyunca peygamberler gelmesinin anlamı kalmaz. Her şeye kader deyip boyun eğmek Peygamber efendimizin hayatı boyunca verdiği mücadeleler dahi gereksiz ve anlamsız hale getirir. Bu anlayış ne İslam ile ne de başka hiçbir inanç ve düşünce sistemi ile örtüşen ve kabul gören bir anlayış değildir.

Ona keza Sünni kelâm âlimlerine göre de kader, ezelden başlayıp ebede kadar hayır veya şer meydana getirebilecek tüm hadiselerin Allah'ın katında bilinebilmesi ve takdir edilmesi biçiminde tanımlanır. Yani özünde kader inancı ve anlayışı Allah’ın zamandan ve mekândan münezzeh olması nedeniyle olacakları önceden bilmesi olup, Allah zaten öyle dilemiş insan iradesinin yapacağı bir şey yoktur anlamına gelmemektedir. Fakat Kader inancının siyasi manüpilatif bir argüman olarak iktidarı hatalarından aklama, felaketlerin zaten olacak olanların gerçekleşmesi olarak tanımlayıp iktidarı kusursuz ve Allah iradesi karşısında sanki yapacağı bir şey olamayan bir güç durumuna indirgeme, kitleleri ikna edip öfkelerinin dinsel bir gerekçe ile frenleme anlayışının AKP iktidarı döneminde alabildiğine kullanıldığını, İslam dinin siyasete alet edildiğini görüyoruz. AKP iktidarının siyasal İslamcılığı iktidarları dönemde nasıl Makyavelci bir anlayışla kullandığını daha iyi anlayabilmek için Türkiye’nin son yılarda yaşadığı maden kazaları faciaları üzerinden bir panoramik bakış ile hatırlayalım.

·         En son yaşanan maden faciası olan Amasra Bartın’daki felaket sonrası AKP genel başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı olan Sayın Erdoğan şu sözleri nedeniyle büyük tepkiler aldı;

"Biz kader planına inanmış insanlarız. Kader planına da inandığımız için bunun ne dünü ne bugünü ne yarını hiçbir zaman olmayacaktır. Bunlar her zaman olacaktır.”

·         Aynı Erdoğan Zonguldak’ın Kilimli beldesindeki Türkiye Taşkömürü Kurumu Karadon işletmesinde 30 madencinin öldüğü 2010 yılında meydana gelen grizu patlamasından sonra da şöyle demişti;

“Bu mesleğin, kaderinde maalesef var. Bu mesleğe giren kardeşlerim de, bu mesleğe girerken içerisinde bu tür şeylerin olacağını bilerek giriyorlar.”

·         Yine Aynı Erdoğan 2014 yılında 200’den fazla madencinin hayatını kaybettiği Soma faciası sonrası şunları demişti;

“Arkadaşlar yani biz bir defa bu tür ocaklarında, kömür ocaklarında bu olanları, lütfen buralarda bu olaylar hiç olmaz diye yorumlamayalım. Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak diye bir şey yok. Tabi işin boyutunun bu kadar fazla olması bizi derinden yaralamıştır." 

Ancak tüm bu yaşanan maden faciaları sorası ortaya çıktı ki, buraların hepsinde felaket adeta geliyorum demiş. Gerek Sayıştay inceleme raporlarında, gerek bilirkişi raporlarında tüm bu felaketler yaşanan yerlerde kaza tehlikesi uyarıları önceden yapılmış, alınması gereken tedbirler belirlenmiş ancak hiçbir şey yapılmayarak facialara davetiye çıkarılmış. Kazalar sonrası yapılan tartışma ve eleştirilerden gördük ki olaylar sonrası bir iki kişi göstermelik olarak yargılanmış, suçlu ve sorumluların üzerine yeterince gidilmemiş. Bilimsel raporlarla belirlenen eksiklikler sonrası tedbir almayıp kaza sonrası yüzlerce insan öldükten sonra bunlara KADER demek hem Allah’ın da gücüne gidecek, hem ölenlerin kemiklerini sızlatacak hem de ölenlerin yakınlarını daha da kahredecek büyük bir sorumsuzluk, büyük bir siyasi Makyavelcilikten başka bir şey değildir.

2011 yılından bu yana işçi ölümlerini ve iş cinayetlerini kamuoyunun gündemine taşıyan İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG Meclisi) de son 20 yılda madenci ölümlerini gösteren bir tablo yayınlayarak bu durumun “mukadderat” olmadığını ortaya koymuş. İSİG Meclisi’nin yayınladığı rapora göre, AKP’nin iktidarda olduğu 2002-2022 yılları arasında en az 1898 maden işçisi hayatını kaybetmiş. Türkiye tüm dünyadaki maden kazaları sıralamasında da en başlarda geliyor. Türkiye’deki maden kazaları ile ilgili tutulan tüm rapor ve tutanaklarda ise önceden tespit edilmiş aksaklıkların giderilmemiş olmasının müsebbip olduğunu görüyoruz. Yani Kader değil düpedüz AKP iktidarının sorumsuzluklarının ve sorumluları cezalandırmamasının asıl kaza nedeni olarak belirlendiğini görüyoruz. AKP genel başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın siyasi iktidarının facialardaki sorumluluğunu adeta (hâşâ) Allah’a havale ederek kendini aklamaya çalışması toplumun her kesiminden tepki topladığı gibi kendi partisinden de pek çok kişinin bu durumu eleştirmesine neden oldu.

Söz gelimi AKP Genel Başkan Yardımcısı Yasin Aktay da bir köşe yazısında Erdoğan’ın ‘kader’ açıklamasına tepki göstererek aşağıdaki ifadeleri yazdı:

 “Tedbir diyoruz, iş güvenliği diyoruz, tekrar hatırlıyoruz her seferinde. Ama yine her seferinde alınmamış tedbirlere ödenmiş onlarca hayat, önce bir acı sonra bir sayı olarak hatırlanmaya başlıyor ve sonra yine tedbirsizliğimiz avdet ediyor. Tedbir kaderin kardeşidir oysa….. Kader inancı elbette ki böyle bir şey değildir. Böyle olsaydı hiçbir olaydan hiç kimseyi sorumlu tutmak mümkün olmaz, böylece suç ve ceza da olmazdı. Oysa ortada bir yanlış varsa, bunun bir sorumlusu da vardır ve sorumluluğun olmadığı yerde adalet de yoktur...”

AKP genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’a kendi partilisinden çok net bir cevap gelmiş aslında. Tedbirsizlik ve sorumsuzluk varsa ve bunun Kader ile izah edilmeye çalışılmasını kendi partilisi de eleştirebiliyorsa bu takdir edilebilecek bir şeydir. Ancak Erdoğan’ı eleştirenlere ateş püskürerek ortaya atılan MHP genel başkanı Sayın Devlet Bahçeli yine kimseyi şaşırtmadı. MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli bu haftaki grup toplantısında Bartın’daki maden katliamı hakkında konuşurken Soma’da 13 Mayıs 2014’te gerçekleşen ve 301 madencinin yaşamını yitirdiği büyük faciayı hatırlatanlara tepki göstererek şöyle dedi:

“Acı üzerinden istismar yapmanın mert bir tavırla hiçbir ilgisi olamaz. Amasra'yı konuşurken 8 yıl önceki Soma felaketini hatırlatmak maksatlıdır, hastalıklı bir yaklaşımdır. Sosyal medyadan provokasyona heves edenler hem alçak hem de ahlaksızdır.”

Bu sözler bize Sayın Bahçeli’nin 2014 yılında Soma maden faciasından sonra o dönem başbakan olan Sayın Erdoğan’ın “bu kazalar madenciliğin fıtratında var” beyanı üzerine söylediği ama Cumhur İttifakı ile hafızasından sildiğini sandığımız şu sözlerini hatırlattı:

Başbakan Erdoğan’ın yaşanan maden faciasıyla ilgili; “bunlar olağan şeylerdir, bunun yapısında, fıtratında bunlar var, hiç kaza olmayacak diye bir şey madenlerde yok” demesi acımasız ve kalpsiz bir şahsiyetin zırvasıdır. Başbakan benzer ifadeleri, 17 Mayıs 2010’da, Zonguldak’taki Türkiye Taşkömürü Kurumu Karadon Müesses Müdürlüğü’ne bağlı bir maden ocağında kaybettiğimiz 30 kardeşimizin arkasından da söylemişti. Bu nasıl bir fıtrattır ki, sürekli olarak madencilerimizi bulmaktadır? Başbakan’ın fıtratında hortumlayarak zenginleşmek; Somalı madencinin fıtratında toprak altında can vermek vardır. Başbakan’ın fıtratında koruma ordusuyla gezmek, önüne gelene tokat atmak, suçsuz günahsız vatandaşlarımıza galiz küfürler savurmak; Somalı madencinin fıtratında kömürden rızkını çıkarırken zehirlenmek vardır. Başbakan’ın fıtratında milyarlarca lirayı götürmek; Somalı ve Zonguldaklı kardeşlerimizin fıtratında madene gömülmek vardır. Bu nasıl bir fıtrattır?”

Sayın Bahçeli’nin siyasi hayatı hakikaten muazzam bir siyasi roman olabilecek dolgunluğa sahip. AKP’nin kendi içinden bile kader açıklamasına tepki varken Sayın Bahçeli’nin yine Erdoğan üstüne toz kondurmamak için bu kadar öfkelenmesi kraldan daha kralcı olması anlaşılır gibi değildir. Milletçe üzgünüz ama siyasi manipülasyon aracı olarak İslam dininin bu kadar hesapsız ve fütursuzca kullanılarak iktidarın kendisini aklamaya çalışması da asla kabul edilir değildir. Bizim dinimizdeki Kader anlayışı, AKP iktidarının kendi lehine kötü niyetle yorumlayıp toplumu ikna ve teskin aracı olarak kullandığı kader anlayışı bir değildir. Daha söylenecek çok söz var ama bu haftaki yazımı Erdoğan’ın kader açıklaması sonrası AKP’li eski bakan Hüseyin Çelik’in de Erdoğan’a tepki olarak twitter hesabından da paylaştığı ve sayfalarca sözün vereceği mesajı birkaç satırda veren büyük üstat ve milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un “Mütevekkil” adlı şiirindeki (ki tamamını bulup okumanızı tavsiye ederim) bir alıntı ile bitirerek konuyu en iyi şekilde bağlamış olacağımı düşünüyorum:

“KADERMİŞ” Öyle mi? Haşa, Bu Söz Değil Doğru;

Belanı İstedin, Allah da Verdi... Doğrusu Bu.

“Çalış” Dedikçe Şeriat, Çalışmadın, Durdun,

Onun Hesabına Bir Çok HURAFE UYDURDUN!

Sonunda Bir de “TEVEKKÜL” Sokuşturup Araya,

Zavallı DİNİ ÇEVİRDİN Onunla MASKARAYA!”