Önce pandemi, sonra yükselen enflasyon, artan hayat pahalılığı ve yaşanan ekonomik kriz hem iktidarı, hem de vatandaşı büyük sıkıntıya soktu.

Öylesine bir hayat pahalılığı ki, tarifi yok. İğneden ipliğe her şeyin fiyatı 2’ye, hatta

3’e katlandı.

Vatandaşın cebinde ve mutfağında başlayan yangını, halkın alım gücünün düştüğünü gören hükümet 2023 yılının seçim yılı olmasını da iyi bildiği için biraz cömert davrandı, çalışanlara ve emeklilere yüzde 30, asgari ücrete yüzde 54 oranında zam yapılarak kısmen söndürmeye çalıştı.

Hükümetin maaşlara yaptığı zam geçici de olsa bir rahatlık yaratsa da, iktidarın esas amacının Mayıs ayında yapılacak seçim olduğu görülüyor.

Çarşıda, pazarda dolaşıyorum, halk gelecekten umudunu yitirmeye başlamış durumda.  

Elbette insanlarda hayal gücü olmazsa yaşayamazlarmış!

O eski günler güzel miydi?

Belki o kadar güzel değildi, ama bugün geriye baktığımız zaman geçmiş yılları çok güzel buluyorum.

Öyle bir berbat dönemde yaşıyoruz ki “Bundan daha kötüsü olmaz” diye düşünüyorum.

Eskiden de büyük sıkıntılar vardı. Gelir düzeyimiz düşüktü. Eğitimde, sağlıkta, ekonomide, sosyal yapımızda binbir sorun belimizi büküyordu.

Fakat o zamanlar bu kadar mutsuz değildik. Çünkü umudumuz vardı. Güvenimizi yitirmemiştik. Önümüzdeki her türlü engeli aşacağımıza inanıyorduk.

Bugün bakıyorum, koca Türkiye’de akıl almaz bir yılgınlık hakim.

Halkın önemli bir bölümü güvenin kaybetmiş, asık yüzlü, adeta karamsar insanlar ülkesi haline gelmişiz.

Benden daha büyüklerime “Acaba bana mı öyle geliyor? Yanılıyor muyum?” diye soruyorum, “Hayır, yanılmıyorsun. Eski günler daha güzeldi” karşılığını veriyorlar.

O günlerde tüm sorunlara rağmen insanlarımız daha canlı, daha neşeliydi. Yüzler gülüyordu. İnsanlar artık gülmeyi unuttu. Sokakta kendi kendine konuşan, gülen insanlar görmüyor musunuz? Bu durum hayra alamet olmasa gerek. Çünkü içimizi ısıtacak bir umut ışığı bile yok! Güzel günler mazide kaldı!

Peki, ne yapıyoruz?

Yaşanan pek çok olumsuzluğa ve sıkıntıya rağmen herkes sus pus…

Önemli bir tepki yok.

Sandıkta hesap soracak, oyunu namusu bilerek öyle kullanacak duyarlı seçmen nerede?

Bu toplumun duyarsızlığı mı, korku mu, endişe mi? Nedir bilmiyoruz. Ama insanlar sinmiş, sindirilmiş, geleceğinden endişeli.

Demokratik haklarını kullanan insanlara izin yok!

Atatürk’ün Türkiye’si nereden nereye geldi?

Bu devleti kuran, halkını birbirinden ayırmadan “Milletim” demiş.

“Yüce Türk milleti” demiş.

“Cumhuriyeti biz kurduk, onu yaşatacak sizlersiniz” demiş.

Görüyorsunuz işte Cumhuriyet’in değerleriyle oynanıyor,  insanlar kendi ülkesinde yabancılardan daha ezilerek, sürünerek yaşıyor.

Haksızlık, adaletsizlik her geçen gün artıyor, yolsuzluklar, usulsüzlükler, yandaşlar, eş-dost, akraba kayırmaları ne yazık ki devam ediyor.

Demokrasi istiyor muyuz, istemiyor muyuz?

İstiyorsak nasıl bir demokrasi istiyoruz?

İstenilen gerçek demokrasi mi?

Ülkemizde mantarlar gibi bol bol siyasi partiler kuruluyor. Kuranlara bir bakın. Dün bu iktidarın içinde idiler, bugün karşısındalar! Ya da dün bu hükümetin içinde idiler, bugün karşısındalar!

Şimdi böyle bir tablo ile seçime gideceğiz.

Şu an ülkemizde parti sayısı 100’ü geçmiş durumda.

Dini siyasette, ticarette kullanmak ülkemizde en etkili bir yöntem. Halk böylece kolay kandırılıyor.

14 Mayıs’ta sandık gözüktü.

Bu çaresiz halk oyunu, kime, hangi partiye verecek?

Bu millet dünü ve bugünü unutmamalı…

Oyunu namusu bilip sahip çıkmalı ve oyunu ülkenin bütünlük ruhunu incitmeyenlere, “Ne mutlu Türk’üm” diyenlere vermeli diyenler çoğunlukta…

Yarın çok geç olabilir!

Bugünü çok iyi düşünün.

 

 

Sevdiğim bir söz

 

“Her korkak kazanacağından eminken savaşabilir, bana kaybedeceğinden eminken savaşma cesaretini gösterecek bir adam verin.”

George Eliot

 

                        ***

Biraz da gülelim!

 

Aç sor

Bir resmî dairede iki müdür, birbirlerine odacılardan dert yanıyorlarmış, sonunda hangisinin odacısı daha aptal, diye iddiaya tutuşmuşlar...

Önce biri zile basmış, odacı girmiş:

Müdür:

            “Al şu ellibin lirayı, bana son model bir araba al gel!”

Arkadan diğer müdür, kendi odacısını çağırtmış:

“Git bizim eve, bak bakalım, ben evde miyim, değil miyim, öğren!”

            “Baş üstüne efendim.”

İki odacı kapıda karşılaşmışlar; birbirlerine dert yanmaya başlamışlar:

            “Yahu benim müdürüm çok aptal, bana elli bin lira verdi, git bir araba al gel, dedi. Bugün tatil, her yer kapalı, nereden alacağım?”

Diğer odacı başını üzüntülü şekilde başını sallamış:

            “Sorma birader, benimki seninkinden daha aptal! Git eve bak bakalım, ben evde miyim, değil miyim, öğren, diyor. Be aptal adam, önünde telefon var, aç sor!”