Değerli okuyucular ben naçizane yıllardır bu sütunlarda yaşanmış öyküler yazmaktayım. Ben bir edebiyatçı değilim. Herkesin beğenisini kazanmayabilirim. Bu işi amatörce yaparken yaşanmış, olayların dilden dile değişerek kaybolmaması için kahramanlarımın, yakınlarının hoşgörüsüne sığınarak kâğıda dökme cesareti buluyorum. Amacım hiç kimseyi rencide edip üzmek değil. Sadece yaşanmış, halkımızın anılarında yer edinmiş hikayeleri siz değerli okurlarıma aktarmak.

Önce “Çağdaş Kırşehir” Gazetesi’nde, sonradan da gazetelerin birleşmesiyle “Kırşehir Çiğdem”de 10 yıla yakındır bu sütunlarda sizlerle birlikte oluyorum. Bu vesile ile bundan yıllar evvel köyümde yaşamış onca nüktedanların en önde geleni Etem amcanın on kadar derlediğim öyküsünü sizlere tefrika halinde bölüm bölüm yazacağım. Gönlünüz hoş olsun.

Etem babası Ali Osman’ın üç oğlundan birisiydi. O kardeşi Mehmet gibi köye köylüleri tıraşa gelen berbere heves edip bu mesleği öğrenmemiş, öbür kardeşi Sayıt’la çiftçilik, amelelik, ırgat durma gibi işlerle geçimini temin eder olmuştur.

           Gençliğinde uzun boylu, babayiğit mi babayiğit, tuttuğunu un eden yakışıklı birisiydi. Fakat yeterli beslenip gıda almaması, el kapısı çilesi, hayatın acımasız kuralları zamanla onunda belini bükmüştü.

           Çenesinin çokluğu, lafını ‘cuk’ diye oturtması, ‘laf ebeliğinden’ dolayı vakit çalma, işe bakmama, diğer çalışanlara mani olması vesilesiyle (Hacivat-Karagöz misali) köylüleri ona Etem Fal lakabını takmışlardı.

           Onun gençliğinde Kırşehir’de T.M.O. (toprak Mahsulleri Ofisi) olmadığından dolayı çiftçiler buğday-arpa türü mahsullerini Yerköy Ofisine götürürler, oraya satarlar, aldığı parayla da ihtiyaçlarını giderirlerdi.

           Çuvallara konan buğdayları kimi çiftçiler tedarik ettiği eşeklerle kimileri de kağnılara, daha elinde olanlarda at arabasına yükleyerek ofisinin yolunu tutarlardı. Ofise varınca zannetme ki hemen sıra sana gelecek. Oraya ulaşan çuvallar sıraya konur haliyle uzun kuyruklar oluşurdu ki beklersin ne zaman sıra sana gelecek? Genel de ofise gidecekler arkadaş grubu oluşturarak yola kafile kafile çıkarlardı. Ne olur ne olmazdı.

Etem ve kardeşi Sayıt, emmioğulları Güdüğreşit (dedem) ve komşularından Apo grup oluşturup akşama değin süren zahmetli bir yolculuktan sonra Yerköy’e ulaştılar. Bekledikleri gibi ofis çok kalabalıktır. Eşeklerden çuvalları indirip ‘adam başı’ sıraya koyduktan sonra eşekleri bir hana emanet edip seklemlerin üzerine uzanarak derin bir uykuya daldılar. Aradan belki bir hafta geçmişti. Bu zaman zarfında artık buğday teslim sırası yavaş yavaş kendilerine geliyordu. Bir hafta boyunca içlerinden birisi çuvalların başında nöbet beklerken diğerleri de eşeklerin yemiyle, suyuyla, kendi ihtiyaçlarını tedarik etmekte vakit geçiriyorlardı.

           Ofisteki görevli memurlardan birisi öğleden sonra saat dörde kadar sıradaki çuvalları kayıt altına alırken orada çalışan amelelerle mal sahibi de bunları tartıya taşıyorlar, saat beş buçuğa kadar da paralarını vezneden alıyorlardı.

           Diğer arkadaşları “Belki sıra bize gelmez yarına kalırız” diye çarşıya yiyecek almaya gittiklerinde Etem çuvalların başında nöbetçi kalmıştı. Yavaş yavaş sıra kendilerine geldikçe Etem orada bulunanların yardımıyla çuvalları önündeki boşalan yerlere taşırken bir yandan da arkadaşlarının gelmesini dört gözle bekliyordu.

Etem ve arkadaşlarının geri arkasında da köylüleri olan zamanın zenginiAcemUşağının sayıca bunlarınkinden fazla çuvalları sırada duruyordu. O an için Etem’in beyninde bir muziplik hasıl oldu. Zamanın birisinde bunların kapısında biraz amelelik yapmış, parasının da bir kısmını alamamıştı. Şimdi bunun intikamını almanın tam sırasıydı.

            Az sonra kayıt sırası kendisine geldiğinde kimseye fark ettirmese de gözleri ışıl ışıldı. İşi tembelliğe vurmayı planladı. Görevli memurun;

“Adın ne kardeşim, niye ağzını ayırıyon” diyen sesiyle kendine gelir gibi yaparak,

 “Etem efendim” dedi.

“Ya soyadın?”

” Fal efendim”

“Öyle soyadımı olur, çıkart nüfus kağıdını.”

“Köyde bana öyle dedikleri için soyadım birden aklıma gelmedi,

Az düşünür gibi yaptıktan sonra

 “Ay efendim”

            Şaşkınlığı biraz geçen memur “diğer çuvalların sahibi” diye çağırınca Etem; “efendim onlar köylümdür, çarşıya gittiler, giderken çuvallarınıbana emanet ettiler.”

“Adı ney,adı ney” diye çıkışan memura;

“Gardaşım Sayıt Gara Geçinin”

 “Kardeşim desene, onunda soyadı Ay, Karageçi olur mu?”

“Efenim köyde ona öyle derlerde”

Etem amacına adım adım ulaşıyor, işi saflığa boğarak vakit geçirmeye çalışırken memurun;

 “Kardeşim öbür çuvallar kimin?” sorusuyla güya memurdan korkuyor gibi yaparak yavaşça “Efendim onlarda emmioğlumun.”

“Emmioğlun kim, adı ne?”

“İreşidGadersiz!.”

 “Oğlum benimle mi eğleniyon, başıma belamısın, bu adamın soyadı yok mu?

Biraz sessizlikten sonra “var efendim var, Çalışkan…”

Görevli memur Etem’in cevaplarına içinden gülüyor fakat kayıtların zaman almasından dolayı da kızıyor, bunu da bağırarak telaffuz ediyordu.

             “Kardeşim, evladım, saat dörde geldi, biraz sonra ben kaydı durduracağım, biraz çabuk olda sıra öbürlerine gelsin, herkesin işigücü var, diğer çuval sahibinin ad ne”

Etem az düşünüyor gibi yaparak

“Efendim adını birden hatırlayamadım bana az süre ver” derken camadanının cebindeki köstekli saati çıkararak baktı, tam olarak dörde bir dakika vardı

“Efendim hatırladım hatırladım, adı ApooFildiş, soyadı da Altınkaya”

Vaktin dolduğunu gören memur kulübenin kayıt yaptığı penceresini kapatırkenAcem Uşağını ertesi güne bıraktıran Etem böylelikle öcünü almıştı. Neşesine diyecek yoktu.

ERDOĞAN ÇALIŞKAN KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLARDAN.