İç Anadolu iklimi ve bu iklimin coğrafi yapısı genellikle tarıma uygundur. Bu durum ders kitaplarımıza kadar girmiştir. Örneğin; ülkenin tahıl ambarı İç Anadolu’dur, gibi.
Tarımın uygunluğuna rağmen topraklarımız en verimli ürünü ürettiği halde, çiftçimiz emeğini ve ürününü pazarlayamadığından azar azar azalmaya başlamıştır.
Genel geçer üretim şartlarında, üretici ne ürününü pazarlayabiliyor ne de ürününün oluşum aşamasındaki sorunlarını duyurabiliyor. Meğer pazarlama, bir yoksunluk iklimi yaratıp insanları o ürününün tüketimi ile ilgili harekete geçirme durumuymuş.
Hani; “beyaz ekmek yerseniz kilo alırsınız’’ diye korkutularak, beyaz ekmek yerine, içinde çavdar olan, ya da yulaf olan ekmeğin pazarlanıyor olması gibi.
Örnekleri çoğaltacak olursak; A marka kremi kullanmazsanız, yaşlanırsınız. B marka kıyafeti giyinmezseniz demode olursunuz gibi.
Elle tutulur pozisyonuna karşı, sadece tarlada, atölyede, ya da fabrikada üretilen ürünler pazarlanmaz. Bir başka pozisyon pazarı ise; düşüncelerdir ki, fikirlerde pazarlanır. Yine siyasette, politikacıların kendi iktidarları uğruna, bizleri azarlaya azarlaya fikri olarak pazarladıkları gibi.
Biraz daha açarsak;
“Bizi seçmezseniz uzaylılar gelip sizi yönetir. Sonra iş işten geçer. Uzaylılar atmosferi bir bir deler; buğday üretemezsiniz. Şeker pancarınızı satacak fabrika bulamazsınız. Değil mahsulünüz, tarlanız bile kalmaz.”
Pazarlama modeli ile devam ederek; “İstikrar biter, istikrar biterse işçi biter, işveren biter, köylü biter, müteahhit gerçekten biter, medya biter, benim bitmem önemli değil, ben sizin hizmetkarınız olamadım diye kendimi yer bitiririm zaten!’’ Fikriyle büyüleme pazarı inşa ederler.
Bu pazar fikrinin iştahına kapılanlarsa;
“Sen yeter ki başımızda ol ve diğer partililerin mensupları her nerenin uzaylıları ise, yeter ki başımıza geçmesin, sonra biteriz! derler.’’ Ve pazar döngüsü boyunca devam eder.
Oysa pazarlama, aslında liberal bir ekonominin bileşenidir.
Liberal ekonomide piyasa özgürdür. Devlet müdahale etmez. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” sloganı her şeyi anlatır. Sonra bu pazar genişlemesinde, devletin piyasayı serbest bırakması sonucu büyük balık, küçük balığı yutar.
İlk bakışta özgürlükçü gibi görünse de, aslında sadece güçlü olan özgürdür. Böylesi bir ortamda zayıf olan ne özgür olabilir, ne de güçlenebilir.
Türkiye ki, neoliberalizm ile yönetilen bir ülkedir. Bu sistemle de övünürüz. Çünkü liberal politikalar sayesinde, kültürümüze ve ahlakımıza zeval gelmemektedir. Liberalizm nasıl özgürlükleri savunmaksa, sözde liberalizmi o kadar çok benimsemişiz ki; yine böyle bir sistemde, farklı düşünen ve zayıf olan; ya sakıncalıdır, ya da hain. Bu kez de; liberalizmin kurallarına göre başarıya giden her yol mubahtır.
Yasalar mı? Hukuk mu?
Ne olacak canım, senin yasaya uyman şart mı? Yasa sana uydurulur.
Sonra emperyalizmden yakınır dururuz. İşte o emperyalizm var ya; aslında şu yukarıdaki anlatmış olduğum liberalizmin ta kendisi, bizzat bir dünya pazarıdır.