Her sabah güneş doğmadan kalktığımda gazetemiz “Kırşehir Çiğdem”i bir doz kahvaltıma katık yaparım. 
İçime sindire sindire bir kere daha okur, yeniden tashihini bir kere daha yaparım.
Eski sayı gazetelerimi karıştırmaya, okumaya doyamam nedense…
Neler yazmışız, neler yazmışlar, kimler yazmış; kimler neler yazmışlar!..
Sayfa sayfa karıştırıyorum, kimi yazılara, haberlere üzülüyor, elem duyuyorum.
“Kırşehir Çiğdem”in mutfağından kimler yazmış, kimlere geçmişte, nelere göğüs germişiz; sabır göstermişiz, hoşgörüyle yaklaşmışız; yıllar böyle gelmiş geçmiş.
Dün sabah yine öyle yaptım. 
Gazetemiz “Kırşehir Çiğdem”den bir doz daha nefes alarak kokladım, uzun uzun sayfalarını karıştırdım, göz attım, okudum.
Sabah dışarıya şöyle bir baktım da son yıllarda yaşamadığımız kış mevsimini, göremediğimiz karı yağarken görüyordum.
Tarih 11 Nisan 2021, günlerden Pazar…
Masamda gazeteler, yazı notlarım ve kalemlerim var.
Gazetelere sırasıyla saatlerce göz attım, okudum.
Görüyor musunuz 11 Nisan’da Kırşehirliler kış mevsimini ve baharı böyle bir ortamda yaşıyorlardı.
Bütün gazeteleri de kahvaltıma katık ettim. 
Sonra kendime soruyorum insan bu kadar mı bağımlı olurmuş gazeteye, gazeteciliğe?
Anılarım, hayallerim, yaşadıklarım gözlerimin önüne geliyor.
Mevsimler ne çabuk geldi, geçti. “Baharı görmeden yaz geldi geçti” diyen şair boşa dememiş yani…
Ahmet Haşim’in şu dizileri geldi aklıma:
Akşamdır her yer, gündüz de gece
Hayat bir parça bulut ne yapsan
Mehtabın rüyaları ince kamıştan
Evidir her insana, buna bir inansam
Havuz başında dolanır durur ay
Asıl gece gelir sırlı aynalara
Şaşırma hiçbir şeye rüyalardan başka
İnleyen bir gemidir dalgaların dili
Meğer yaşamak Arap bir akşammış

İşte böyle değerli okurlarım, bu yıl Kırşehir kara bir nebze de olsa doydu. Geçen ay yıllar sonra yarım metreyi bulan karı gördük. Çocuklar gibi sevindik, çocuklar anne ve babalarıyla kardan adam yapıp, boy boy fotoğraf çektirdiler.
Hafta sonunda da yine kar gördük, yağması ile erimesi bir oldu. Ekili alanlara bereket oldu. Ancak çiçek açan meyve ağaçlarını da soğuk aldı, don vurdu.
Bundan altmış yıl önce Kırşehir'de kış yarı olunca mahallenin muzip gençleri toplanır, kılık-kıyafet değiştirir, gecenin ikisine, üçüne kadar saya gezerler, ev ev dolaşarak ne verirlerse alırlardı. Bütün bunları da büyük bir keyif ve şenlik içinde yaparlardı. 
Bu geleneklerimiz unutuldu, mazide kaldı. 
Genç kuşaklar şimdi bu adetleri bilmez bile.
Eskiden metrelerce yağan kar nedeniyle komşularımızla yollarımızı birlikte açtığımız yıllar, kapımızın önünü, bahçeye çıkan yolları, sokağa açılan yolların karlarını kürüdüğümüz günler. 
Karlara bata çıka, okula gittiğimiz, kardan adam yaptığımız, kartopu oynadığımız, terleyip karaktığımız heyecanlı günler. 
Şimdi seyrediyorum penceremden gelip geçenleri. Anılarım beni taa eskilere götürüyor. 
Hılla'dan, Büngüldek'ten, Avgun'dan akarak Kılıçözü'ne karışan vadimize ne oldu?
Ökse'den başlayıp Kılıççı'ya, Selgâh'tan Yenice Mahalle'ye, oradan Dinekbağı'na hayat veren billur gibi sularımız akmıyor artık.  Meravlar da tarih oldu, unutuldu gitti.
Özbağ'dan başlayıp Selafur, Kurt Ocağı, Karabacak, Çaydeğirmeni, Silahşör, İkizarası, Üçgöz, Dinekbağı'na kadar söğütlerle, kavaklarla ve böğürtlenlerle çevrili vadide akıp giden Kılıçözü'müz de sizlere ömür oldu. Adını bile sildiler İkizarası’nın 
Bu vadilerde gün doğarken ötmeye başlayan bülbüllerin sesine, kurbağalar eşlik ederdi. 
Söğüt, iğde ve böğürtlen ağaçlarının tepelerine envai çeşit kuş yuva yapardı, buraların vazgeçilmez sakinleriydi onlar. Doyulmaz anılardı onlar…
Yine aynı şekilde kutladığımız Hıdrellez günlerine ne oldu? Ve en önemlisi bu vadilerin etrafında, bağ ve bahçelerde yaşayan insanları, ördekleri, kazları her gün akıp giden ırmağımızın süsleriydi. Beraber yüzerdik Kılıçözü’nde… Yüzmeyi burada öğrenirdi Kırşehirliler… 
Şimdi gözlerimin önüne gelen eskiden kalmış bütün bu yaşanmışlıklar yok artık. 
Anamın-babamın bizler için duyduğu endişeyi hiç düşünmezdik nedense!..
Şimdi Kırşehir'in doğal yapısı değişti, doğa katliamı yaşandı âdeta. 
Yeşilin her türlüsü. Gülün her rengi. Hani ne oldu onlara?
Tek katlı kerpiç evlerimiz ve kerpiç duvarlarla çevrili bahçelerimiz…
Ne güzel, ne güzeldi!.. Şimdi arıyorum bütün bu yaşanmışlıkları…
Arıyorum çocukluğumu, gençliğimi yaşadığım Kırşehir'de bulamıyorum. 
Nerede benim çocukluk arkadaşlarım, şimdi neredeler? Ne iş yaparlar bilmiyorum.
Hepsi yetmişine merdiven dayamış olmalı. Ankara'da, Antalya'da, İstanbul'da, İzmir'de, yurt dışında daha bilmem yurdun neresinde yaşıyorlar?
Genç yaşta aramızdan ayrılan ve toprakla buluşan SASA’nın Personel Müdürü İhsan Güngör’ü, Öğretmen Osman Çoban’ı hatırlıyorum da, yok artık onlar...
Hayatta kalanlarla da yılda bir kez ya düğünde, ya cenaze zor görüşüyoruz. İnsanlar ekmek için, iş için doğdukları toprakları, arkadaşlıkları unutmuşlar. 
Eski komşularımız da kalmadı, herkes bir yerlere gittiler nedense.
Yıllar beni nereden nereye getirdi!
Mücadele… mücadele…
Saçlarımıza ak düştü, yaşlandık galiba, yaşımız yetmiş olmuş ne yaparsın!
Kırşehir'i severek, her gün Kırşehir'de yaşayarak ve yaşı yetmişine gelmiş ben deniz,  üniversitede okuyan torunlarıyla muhabbet eden birisi olarak geriye dönüp bakıyorum. Hüzünleniyorum. Elem duyuyorum. 
Çocukluğumu ve gençliğimi yaşadığım Kırşehir'e kar lapa lapa yağmadı ama o azıcık beyazlığa seviniyorum. 
Hava bir açıyor, bir kapanıyor. 
Kırşehir'i sevmek adına, yazımı yazıp, gazeteye dönüyorum. 
İşte bir Nisan ayında sabahın erken saatlerinde penceremden seyrettiğim serçelerin, kumruların ve Kırşehir'in soğuk bir gününün bana hatırlattıkları!..