Belli bir ideoloji veya gruba sadakatin ilk şartı kendi fikir ve idrakinizden vazgeçmektir, artık doğru ve yanlışı siz bilemez, kararı siz veremez, bu yetkiyi üst akıl ve otorite kabul ettiğiniz lidere devredersiniz!Bu bilhassa katı ve otoriter gruplarda daha çok kendisini gösteren bir sosyolojik vaka olup faşist yönetim anlayışlarında daha da ilkeselleşmişlerdir. Tarihsel olarak Hitler ve Stalin gibi liderlerin yönetim şekilleri incelendiğinde anlatmak istediğim şey daha da somutlaşacaktır.Oysaki Türk ve İslam kültüründe doğru yoldan şaşan Sultan da olsa o tahttan indirilirdi. Bizim millet olarak töre ve inancımızda yanlış da yapsa lider hep haklıdır anlayışı esasında yoktur. Ancak bilhassa siyasal geleneğimizde lider her şeyi bilir, o çalsa da haklıdır, vursa da haklıdır gibi anlayışın zamanla güçlenerek yer edindiğine şahit oluyoruz.

İslam tarihinde bu hususta her zaman başat emsal olarak sıkça andığım bir vaka vardır. Hz. Ömer, Halifeliği döneminde bir Cuma namazında hutbede “Ben haktan ayrılırsam ne yaparsınız” diye sorunca, Sahabe efendilerimizden biri ayağa kalkarak kılıcını çekmiş ve şu cevabı vermiş “Seni kılıçlarımızla düzeltiriz ya Ömer!” demiş.Hz. Ömer ellerini açarak; “Ya Rabbi! Sana şükürler olsun ki ben Senden gaflete düşersem, Senin adaletinden ayrılırsam, beni kılıcıyla doğrultacak cemaate sahibim” diye şükretmiş.

Bu olayın anlatımında İslam âlimleridaha çok Hz. Ömer’e dikkat çeker ve onun adaletli yönetimini dillendirirler. Oysaki buradaki hayati nokta kudretli bir halifeye kalkıp “Seni kılıçlarımızla düzeltiriz ya Ömer!” diyen sahabededir.Kılıç çekip Halife’yi uyaran sahabenin Hz. Ali veyaHz. Abdullahİbn-i Mesud olduğuna dair farklı rivayetler vardır, kim olduğundan ziyade vakanın derinliği önemlidir. Lidere kör sadakat yoktur, “biz bilmeyiz lider bilir, lider ne derse doğrudur” gibi tehlikeli, tebaanın adeta aklını kullanmaktan vazgeçtiği ve kendisini adeta idraksiz bir sürü gibi gördüğü anlayış yoktur İslami liderlik anlayışında. Tebaa düşünür, sorgular, Allah’ın bahşettiği akıldan vazgeçip tüm idrakinin kontrolünü lidere vermez. Hakkı, hakkaniyeti bilen ilmen yüksek Hz. Ömer gibi liderler de “Siz ne cüretle bana bunu dersiniz!” diyerektebaasını cezalandırmaz, bilakis şükür eder bu onurlu ve idrakli duruşa! Günümüz demokrasilerinde ise bu kılıç artık seçimler olup, halk beğenmediği egemen gücü seçimlerle değiştirebilmektedir. Seçimlerin hilesiz, dolansız ve adil şartlarda olması ise demokratik ve özgürlükçü yönetimlerin en önemli şartıdır.

Türk tarihinde lider mi hak ve doğru olana mı sadakat konusunda da pek çok örnek vardır. Liderlik ettiği tebaanın güvenini kaybeden sadakati da kaybeder. Bu en son ve en ibret verici örneğini Osmanlı’nın sonu ve Cumhuriyetin kuruluşu sürecinde yaşadık. Osmanlı sultanı savaşı kaybedip de İngilizlerin elinde onlar ne isterlerse yapan bir kuklaya dönüşünce milletimiz 600 yıldır tabi olduğu Osman oğulları hanedanına sadakati bırakmış, Kurtuluş Mücadelesi için Anadolu’ya çıkan bir Osmanlı Paşasına tabi ve sadık olmayı seçmişti. Osmanlının 600 yıllık geleneğine ve Sarayın tüm çaba ve entrikalarına rağmen milletimiz Lider/Sultan her şeyi bilir, o ne derse doğrudur diyerek manda ve teslimiyet sunan iktidar sahiplerine idraksiz bir sadakati değil aklın ve vicdanın yönünde tercihlerini yapmışlardı. Bu dönem hakikaten ibret dolu bir özgürlükçü mücadele ve yeniden doğuş dönemidir.

Liderlik ve sadakat üzerine tüm bu siyasal ve sosyolojik değerlendirmeleri bana yaptıran etken merhum Ülkü Ocakları eski genel başkanımız Sinan Ateş cinayeti ve sonrasında yaşananlar oldu. Cinayete ilişkin son durumu genel hatları ile bir hatırlayalım. Ortaya çıkan son bilgilere göre Sinan reisin katiline Özel Harekât polisleri eskortluk ediyor, tetikçilerden birisi başka cinayetten firari ama ortalıkta rahatça 4 yıldır geziniyor, azmettiricilerden birisi MHP’li bir vekilin evinden yakalanıyor, yine katillerden birisine MHP'nin İstanbul yönetiminden birisinin eşinin hesabından yüklü para gönderiliyor, MHP genel merkezi susarken adeta onlar adına bir suç makinesi mafya lideri Kürşat Yılmaz çıkıyor ve“lider-teşkilat-doktrin” deyip merhum Sinan Reise iftiralar atıyor, cinayetten sonra 17 kişi yakalanıyor ama eşeledikçe sayı halen artıyor, asıl tetikçinin ise halen yakalanamaması ise işin içindedaha kim bilir ne kadar büyük güçler var dedirtiyor!

Bu noktada mafya lideri Kürşat Yılmaz’a bir parantez açmak istiyorum. Kürşat Yılmaz “çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, yönetmek, nitelikli yağma, tehdit, kasten yaralama, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma” gibi pek çok yüz kızartıcı suçlardan dolayı hakkında verilmiş 66 yıl 3 ay 15 gün hapis cezasıyla Kocaeli F Tipi Cezaevi’nde bulunurken, Sayın Devlet Bahçeli'nin ona bir nevi sahip çıkmasının ardından serbest bırakılan bir suç örgütü lideri olarak tanınmaktadır. Kürşat Yılmaz, Sinan Ateş'in 30 Aralık'ta Ankara'da öldürülmesinin ardından 3 Ocak'ta sosyal medya hesabından bir paylaşımda bulunmuş ve şunları demişti:

“Ülkücü katili ülkücü olamaz. Türk Silahlı Kuvvetlerinde general bir zamanlar ülkü ocaklarında genel başkan olsalar da bu kurumlara sızmış FETÖ ajanlarıdır ancak……Lider-Teşkilat-Doktrin”

Lider, Teşkilat, Doktrin müdafaasının bu suç makinesi tarafından yapılması, parti sözcülüğünün sanki bir mafyaya kalmış gibi intiba verilmesi ayrı bir tartışılır garabet olması bir yana bu mafya lideri şahıs yazdıklarına gelen yoğun tepkiler sonrası şu açıklamayı da yapmak zorunda kaldı:

“Sinan Ateş FETÖ'cü olabilir. Ama öldürme emrini veren kimse, o da bence FETÖ'cüdür. Bugün polis teşkilatında, diğer kamu kuruluşlarında on binlerce FETÖ'cü var.”

Sinan Ateş’e yapılabilecek en büyük iftira olan Fetö’cülük ithamı elbet tutmaz. Onun yaşamı an be an bilinmekte, gerek ailesindeki nesilden nesile ülkücülük geleneği, gerekse kendisinin küçük yaşlardan beri dava içerisinde olması, büyük bir Atatürkçü ve Türk Milliyetçisi olması, MHP içerisinde uzun yıllarmilletvekili danışmanlığı dâhil pek çok görevlerde bulunmuş olması bu FETÖ çamurunun tutmasına asla imkân vermez, onu öldürme emri verenler üzerindeki şüpheleri de gölgelemez, unutturmaz!Lidere sadakat mevzuunun düğüm noktalarından birisidir burası!

Ülkücü camianın büyük bir kesimi Sinan Ateş cinayeti sonrası üzüntü ve öfkesini dile getirdi, taziyelerini diledi. İdrak ve vicdan sahibi herkes bu menfur cinayete üzüldü ve cinayetteki karanlık noktalara dikkatle bakıp tartıştı. Ancak ne gariptir ki bir grup ülkücü kesim tıpkı MHP genel merkezi gibi susmayı seçti, ne bir taziye dilediler ne de cinayetin karanlık bağlantılarına fikir yürüttüler. Bu kesim yine her zamanki gibi “ben bilmem lider bilir, o her şeyi bilir, onun bir bildiği vardır… v.s.” şeklinde düşüncelerle kendi akıl ve vicdanlarını kullanma yetkisini üst akıla verip kendilerini birey olarak silikleştirip buna da sadakat adını verdiler.

Bu muydu bizlere Türk ve İslam tarihinin öğrettiği sadakat? Bu kör bağnazlık mı Hz. Ömer’in şükür ettiği şey? Bu muydu Osmanlı Sarayının işlevinin bitiğini görüp Sultanı dinlemeyip Mustafa Kemal’in açtığı sancak altında özgürlüğe koşan Türk Milletinin sadakat anlayışı? Türk ve Müslüman olan her zaman dava ve töre yolunda şaşmaz gördükleri peşinden sadakatle gitmiş, aksi durumlarda akıl ve vicdan ile durumu muhasebe edip tercihlerini gözden geçirmiştir. Bugün cinayet sonrası ortaya çıkan tartışmalarla MHP Genel Merkezi ülkücü camianın tamamını temsil etme meşruiyetini daha da kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu görmelidir.

Milyonlarca ülkücünün ve Türk Milliyetçisinin olduğu ülkemizdeyüzde 7 baraj sorunu yaşayan, seçimlerde “bölücü” diye itham ettiği HDP’nin dahi gerisinde kalan bir MHP kritik durumunu muhasebe etmeli, neden tüm ülkücülerin sadakatini kazanamadığını, hatta her geçen gün daha da kaybettiğini sorgulamalıdır. Bu AKP şemsiyesi ile atlatılacak bir kriz değildir. Bilhassa Sinan Ateş cinayeti sonrası neden partiden kopuşların hiç olmadığı kadar çok olduğunu sorgulamalı, cinayetin genel merkeze uzanan uçları varsa eğer behemehâl gereğini yapıp o uçları partiden kesip adalete teslim etmeli, taziye sessizliği utancını da hemen telafi etmeli, katledilmiş evladına sahip çıkmalıdır.

MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli son Meclis Grup toplantısında ilk kez Sinan Ateş konusuna girdi, suskunluğunu bozdu. Konuşma yine son derece öfkeli ve ağır ithamlarla doluydu. Cinayetle MHP’den herhangi birisinin ilgisi olabileceği iddialarını sert bir dille red etti. Gelişmeleri takip ettiklerini söyledi, ancak nedense yine Sinan Ateş için Allah’tan rahmet dilemedi, taziye sunmadı, keşke bunun sebebi de artık açıklansaydı da herkes bilseydi(!)

Milletçe hep beraber takip edecek, cinayetteki sır perdelerinin bir an önce kalkmasını, suçluların tamamının, arkalarındaki tüm güçlerle birlikte ortaya çıkmasını bekleyeceğiz.